Anasayfa / Makaleler / İSLÂMİYETİ VICIK VICIK EDEN AHLÂKSIZ DİN SİMSARLARI…

İSLÂMİYETİ VICIK VICIK EDEN AHLÂKSIZ DİN SİMSARLARI…

(Article 169-28.05.2017)

Bugün Ramazan’ın birinci günü…

İlk gün olması hasebiyle iftara doğru TV kanallarının neredeyse tamamına göz attım. Şahsım adıma söylüyorum: kanallarda program yapan şaklabanların çiğliyi karşısında İslâmiyet adına üzüntü duydum.

Kanalın birinde; yanmaz kefen, cinselliği arttıran okunmuş su ve şişelenmiş sakal-ı şerif suyu pazarlayan, bir elinde Kur’an diğer elinde kredi kartı tutarak inananları söğüşlemekle meşgul bir din simsarı vardı. Bu arada hadisler, dualar havada uçuşuyordu.

Bir diğer kanalda kendini “Profesör” olarak tanıtan bir zat-ı muhterem, din-siyaset ve ticaret üçgeninde kendine inanan eblehleri kandırmakla meşguldü.

Bir başka “Profesör” bozması, evinin sürekli olarak “çiş” koktuğunu ileri süren telefondaki izleyiciye, “evinize cin ve şeytan musallat olmuş” diye telkinde bulunuyordu.

Bir başka sapık, TV kanallarında “kedicik ve köpekçiklerini” dans ettirip duruyor, şehvete kapılınca kalkıp kendisi de karşılıklı göbek atıyordu.

Müslümanlar “İslamiyet hoşgörü dinidir!” derken, Ateist ve Deist olanlar  (Tanrı inancı olup, dine inanmayan) ya da farklı bir dini görüşe mensup olanlar ise, bu tür din simsarlarının ahlaksızlıklarını emsal gösterip “İslâm dediğiniz bu mu!” demekten kendilerini alamıyor.

İlahiyatçı falan değilim. Ancak son zamanlarda duyduğum ve şahit olduğum bazı olaylar, bu konuyu biraz araştırmama neden oldu. Hafiften diyorum çünkü ben ne İslâm bilimleri ne de teoloji uzmanıyım.

Son 3 aydır İslam tasavvufu ile ilgileniyor, araştırıyorum. En doğru hadis aktarıcıları olarak kabul edilen; Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî ve İbn Mâce’nin eserleri Kütüb-i Sitte (Altı Kitap) ortak adıyla şöhret bulmuş bulmasına ama inanın tefsir kitapları bile tahrif edilmiş durumda.

Alevi, Şafii, Caferi Hanbeli vs. mezhepleri araştırıyorum. Küçük bir çocukken Kur’an-ı Kerim’i 7 defa hatmetmiştim. Şimdi ise Kur’an ayetlerini satır satır, kelime kelime analiz etmeye çalışıyorum. Hatta Tevrat ve İncil içerisinde yer alan ayetleri Kur’an ayetleriyle karşılaştırıp farklılıkları bulmaya gayret ediyorum.

Diyeceksiniz ki ne öğrendin? Başta İran olmak üzere Arabistan, Mısır, Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler bir yana, özellikle son 40 yıl içerisinde İslamiyet’in Türkiye’de tamamen yozlaştırıldığını ve istismar edildiğini anladım.

İslamiyet’in özünü bilmeyen yobaz ahlâksızlar sürüsünün tasavvuf ehlini ve tasavvuf kitaplarını çok sevmediğini fark ettim. Orijinal hadis kitaplarını şerh ve alıntılarla tahrif edip, istedikleri şekilde yorumlayan veya tartışmaya açan bu kâfirler sürüsü hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki. Buhari’nin orjinal kitabı şerh ve nakiller yapılarak belki 20-30 ve belki 100 defa farklı kişilerce basılmış. Ve her basımda birileri bir şeyler ekleyip durmuş.

Bu cahiller sürüsünün Kur’an-ı Kerim’le zaten bir işi yok. Çünkü Kur’an’da tartışılacak bir husus yok. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’i anlama yeti ve becerisine zaten sahip değiller çünkü Türkiye’deki ilahiyatçıların istisnasız tamamı Sami dilleri bilmiyor. Buna rağmen Kur’an-ı Kerim’in meali hususunda o kadar ileriye gitmişler ki tarif edilecek gibi değil.

Şimdi size Kur’an-ı Kerim’in Nebe Suresi’nin 31-34’ncü ayetlerini ve özellikle de 33’ncü ayetini örnek vermek istiyorum. İlgili ayetin meali şu şekilde yapılmış: “Şüphesiz, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar/takva sahipleri, başarı ve mutluluğa ererler. Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var.” (Nebe, 78/31-34).

Nebe Suresi 33’ncü ayeti sadece üç kelimeden ibaret olup; “Ve kevâıbe etrâbâ (etrâben).” şeklindedir. Şimdi bakınız sadece üç kelimeden oluşan bu ayet, din simsarlarınca nasıl meal edilmiş;

  • İmam İskender Ali Mihr: “Ve aynı yaşta, şahane endamlı genç kızlar
  • Diyanet İşleri: “kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar
  • Abdul Metin Saruhan: “Tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar
  • Abdulbaki Gölpınarlı: “Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar
  • Abdullah Parlıyan: “Memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar”
  • Adem Uğur: “Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar
  • Ahmed Hulusi: “Yaşıt muhteşem eşler!
  • Ahmet Tekin: “Göğüsleri irileşmiş, genç kızlık çağında, yaşıt dilberler
  • Ahmet Varol: Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar
  • Ali Bulaç: “Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar
  • Ali Fikri Yavuz: “Aynı yaşta tomurcuk sineliler
  • Ali Ünal: “Turunç göğüslü, genç yaşıt dilberler
  • Bayraktar Bayraklı: “müthiş uyumlu harika eşler”
  • Bekir Sadak: “yaşıtlar
  • Celal Yıldırım: “göğüsleri yeni kabarmış yaşıtlar”
  • Cemal Külünkoğlu: “(Onlara hizmet vermek için orada) çarpıcı, genç ve yaşıt kızlar”
  • Diyanet İşleri (eski): “yaşıtlar
  • Diyanet Vakfı: “göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar”
  • Edip Yüksel: “genç ve yaşıt eşler”
  • Elmalılı Hamdi Yazır: “Ve turunç sîneli yaşıtlar”
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş -1): “Turunç göğüslü yaşıt (kızlar)”
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş -2): “Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar
  • Gültekin Onan: “Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Harun Yıldırım: “Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Hasan Basri Çantay: “Memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar”
  • Hayrat Neşriyat: “göğüsleri tomurcuklanmış aynı yaşta kızlar”
  • İbni Kesir: “Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • İlyas Yorulmaz: “Hepsi aynı boyda, tomurcuklar haline gelmiş, göz alıcı (meyveler)
  • Kadri Çelik: “Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Muhammed Esed: “müthiş uyumlu harika eşler”
  • Mustafa İslamoğlu: “Dahası, dengi dengine göz alıcı eşler”
  • Ömer Nasuhi Bilmen: “Ve nar memeli, hep bir yaşta (cariyeler vardır).”
  • Ömer Öngüt: “Göğüsleri tomurcuklanmış ve hepsi bir yaşta nâzeninler”
  • Şaban Piriş: “Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Sadık Türkmen: “Göz alıcı, aynı yaşta/gencecik harika eşler”
  • Seyyid Kutub: “Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Suat Yıldırım: “turunç göğüslü genç yaşıt dilberler”
  • Süleyman Ateş: “Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Tefhim-ul Kuran: “Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
  • Ümit Şimşek: “Turunç göğüslü yaşıt güzeller”
  • Yaşar Nuri Öztürk: “Göğüsleri turunç gibi yaşıtlar”

Yukarıda görüldüğü üzere sadece üç kelimeden oluşan bir ayet için (Ve kevâıbe etrâbâ) birbirinden farklı 41 meal bulunmaktadır.

Bu meallerden İlyas Yorulmaz tarafından yapılan hariç, diğerlerinin neredeyse tamamı “seks fantezisi” niteliğindedir.

Peki bunlardan hangisi doğrudur?

Ayetin bütününe bir daha göz atalım; “Şüphesiz, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar/ takva sahipleri, başarı ve mutluluğa ererler. Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var.” (Nebe, 78/31-34)

Gelelim bu işin aslına;

Ayetin kendisinde “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” şeklinde bir kelime geçmediği gibi, bazı meallerde bulunan “henüz” kelimesi de yoktur.

Nebe Suresi’nin 33. ayetinde yer alan “Kevaib” ve “Etrab” kelimeleri çok önemlidir. “Kevaib” kelimesi “Kâib”in çoğulu olup “Tomurcuklu göğüs”, “Etrab” ise Tirb’in çoğulu olup “Yaşıtlar” anlamına gelir. Bu kelimeleri böyle anlamlandırmak yanlış değildir. Ancak işin esası şudur: “Kevâib” kelimesi, “Ke’be”nin çoğuludur. Ke’be kelimesi, “yuvarlak-tümsek” manasına gelir. Buna göre, bu kelime daha önceki ayette geçen İneb’in bir vasfı olup “üzüm danesi” manasında da algılanabilir. Ayetin ikinci kelimesi olan “Etrab” ise yaşıt anlamına geldiği gibi, “denk” anlamına da gelir. “Zaten yaşıt olup, yaşta eşit olanlar, birbirinin dengi” demektir.

Bu yoruma göre ayetin manası “göğüsleri tomurcuklu yaşıt kızlar” değil, (büyüklük, sağlamlık ve tatlılık bakımından) “birbirine denk olan üzüm daneleri” anlamına gelir.

Nebe Suresi’nin 31-34. ayetleri bütüncül bir bakışla değerlendirildiğinde; Şüphesiz, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar/ takva sahipleri, başarı ve mutluluğa ererler. Onlara bahçeler, üzüm bağları, birbirine denk olan üzüm daneleri, dolu dolu kadehler var. (Nebe, 78/31-34) şeklinde meal edilmesi daha doğru ve mantıklı olmaktadır.

Görüldüğü üzere, bu üç ayette, son derece uyumlu bir bütünlük içerisinde; cennetin bahçeleri, bahçelerin meyveleri ve meyvelerin içecekleri anlatılmıştır.

İslâmiyeti bölük pörçük eden din simsarları, kafası karışan insanlar içerisinden kendilerine uygun müritler sürüsünü oluşturmaktadır.

Tekkelerde, ocaklarda, ışık ve nur evlerinde beyni yıkanan mankurtlar sürüsünün 15 Temmuz darbesinde yaptıkları ortadayken, İslâm’ı ayaklar altına bu tür cemaat yapılanmalarına devletin göz yumması inanılır gibi değil.

1903 yılında “İncil ve Salib” isimli muhteşem eserini kaleme alan Abdulehad Davud, bu kitabında çok güzel bir konuya temas eder ve gerek Arapların gerekse Türklerin kendi dilleriyle Kur’an-ı Kerim’i meal edemeyeceğini savunur. Gerekçesini de filoloji bilimine dayandırır. Sami dillere egemen olamayan kişilerin Kur’an-ı Kerim’i asla meal edemeyeceğini söyler.

Semitik diller, Ortadoğu’da yaygın olan antik dillerin çoğunu kapsamaktadır. Arapça, İbranice, Aramice, Fenikece ve Akkadca dilleri Sami dil ailesi grubundandır.

Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yer alan alimlerin! ve İlahiyat Fakülteleri’nde ders veren hocaların Türkçe ve Arapça dillerine dahi hakim olamadığı bir ortamda, Sami dillerden bahsetmek ne kadar komik kaçıyor değil mi?

Arapça, Farsça, İbranice, Fenikece, Aramca, Süryanice, Keldanice, İngilizce, Fransızca, Almanca, Yunanca, Latince ve Türkçe bilen Abdulehad Davud gibi İslam alimleri yetiştiremediğimiz sürece, bölüm başına 10-15 bin dolar para alıp, TV ekranlarında efsane, safsata ve masal anlatıp, bazen pişmiş kelle gibi sırıtan bazen de salya sümük ağlayan din simsarlarından daha çok çekeriz.

Velhasılı kelâm; İslâm’ı ve Müslümanlığı vıcık vıcık eden bu tür “din-dışı” yapıların ve kişilerin ortadan kaldırılması için, İslâmiyet konusunda en azından kendi ülkemizde oldukça radikal adımlar atmak zorundayız.

Radikal adım derken günü kurtarmayı değil, Türkiye’nin ve bu coğrafyanın makûs tarihini değiştirecek “köklü” değişimleri kastediyorum.

Şura suresinin 13’üncü ayetinde; “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin kuralı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: “Bu dini ayakta tutun ve birbirinizden ayrı düşmeyin.” denilmektedir.  Halbuki herkes kendine göre bir din, bu dini besleyecek bir tarikat ve bu tarikata cemaat toplama derdine düşmüş durumda. Açık ve net olarak ifade ediyorum; tarikat ve cemaatler, Allah yolunda barikattan başka bir şey değildir.

Ortada Kur’an-ı Kerim gibi muhteşem bir eser varken, Kur’an’ı veya dini anlamak için onun bunun peşinden gitmeye gerek yoktur ki.

Tarikat ve cemaat yaratanlar ile bunların peşinden gidenlere gelince, onların durumu hiçte iç açıcı değil. Ali İmran suresinin 105’inci ayeti bu kişiler için nazil olmuştur; “Kendilerine açık ayetler geldikten sonra onlardan uzakta kalan ve ihtilaf çıkaranlar gibi olmayın. Onları bekleyen büyük bir azap vardır.” 

Anlayan anlar…

Bu arada Nebe suresinin 34’üncü ayeti olan “dolu dolu kadehler var” kısmının da “şarap kadehi” olduğunu zannetmeyin. Orada kastedilen şey; türlü türlü meyvelerden üretilen, şerbet dolu kadehlerden başka bir şey değildir.

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

 

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

3 Yorumlar

  1. Fikrime tercüman olmuşsunuz. Teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber