Anasayfa / Makaleler / 101 YILDA İKİ MEKTUP BİR KADER…

101 YILDA İKİ MEKTUP BİR KADER…

(Article 168-27.05.2017)

Yıl 1915…

Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek ve başkent İstanbul’u ele geçirmek için dünyanın en gelişmiş orduları Çanakkale’ye yüklenmiş.

Çelik yığını gemilerden ateşlenen mermiler ölüm kusup duruyor. Düşen her bomba, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri şiirinde anlattığı gibi yüzlerce binlerce Mehmetçiği hayattan kopartıp götürüyor;

“…

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; 

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler…

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! 

…”

İşte o yıldırım yaylımı tufanlar ve alevler içerisinde Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey, ölümün gittikçe yaklaştığını hisseder ve ailesine bir mektup yazar. Kahraman şehidimiz bu mektubu, Arıburnu Cephesi’nden babaannesine, babasına, annesine ve kız kardeşine hitaben yazmış ve iki hafta sonra da şehit düşmüştür.

“Pazartesi, 31 Mayıs, 1915

Sebeb-i hayatım, feyz-i velinimetlerim. Sevgili peder validem, babacığım, valideciğim. Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum. Hamdüsenalar olsun Cenâb-ı Hakk’a ki beni bu rütbeye kadar eriştirdi. Yine mukadderat-ı ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz-i rıfatım ve hayatım oldunuz. Cenâb-ı Hakk’a ve sizlere çok teşekkürler ederim.

Sevgili peder ve valideciğim; gözbebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih’ciğimi evvela Cenâb-ı Hakk’ın, sonra sizin himayenize emanet ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız. Oğlumun tâlim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen gayret ediniz.

Servetimizin olmadığı malûmdur. Mümkün olandan başka bir şey isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü azaltacak şekilde veriniz. Ağlayacak, üzülecek tabii; teselli ediniz.

Sevgili peder ve valideciğim, belki bilmeyerek size karşı birçok kusurda bulunmuşumdur, beni affediniz. Ruhumu şâd ediniz.

Sevgili hemşirem Lütfiye’ciğim, bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için ve sa’yimin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni affediniz. İlahi mukadderat böyle imiş. Hakkınızı helal edin. Ruhumu şâd edin.

Ey akraba ve dostlar ve sevenlerim, cümlenize elveda. Cümleniz hakkınızı helal ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda, cümlenizi Cenâb-ı Hakk’a tevdi ve emanet ediyorum. Ebediyen Allah’a ısmarladım.

Oğlunuz Mehmet Tevfik”

 

Sonra aradan tam 101 yıl geçiyor.

Şırnak’ta PKK’lı teröristler tarafından 10 Şubat 2016’da bir polis aracına roketatarlı saldırı düzenleniyor ve Kayserili polis memuru Mehmet Güngördü oracıkta şehit düşüyor. Ve cüzdanından bir mektup çıkıyor. “Olur da bir gün şehit olursam” diye başlayan mektubun içeriği Çanakkale’de şehit düşen Mehmet Tevfik’in yazdıklarından çok farklı değil.

“Olur da bir gün şehit olursam. Annem ve babam sakın üzülmeyin, eşime sahip çıkın. Canım bir tanecik eşim kendini sakın üzme, aileme, kardeşlerime ve kendine dikkat et. Sesimi duyar mısınız bilmiyoruz Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve milletvekilleri polisine ve askerine sahip çık. Ölmekten bir korkum yok, Allah’ıma binlerce şükür imanımız ve itikadımız yerinde, vatan sağ olsun. Hakkı olan hakkını helal etsin, benim her kimde hakkım varsa helal olsun. Ölmekten bir korkum yok demiştim ya, sadece kahpece ölmek zoruma gider. Mayına basıp, şehadete ulaşmak zoruma gider, çünkü mayına bastığımızda devletimiz gerekli tedbiri almış olsaydı (Shortlantların altı zırhlı olsaydı) ben ve benim gibiler ölmemiş olurdu. Yine de dediğim gibi devletimiz, milletimiz ve vatanımız sağ olsun. Canımdan çok sevdiğim annem, babam, eşim, kardeşlerim ve yeğenlerim sizler sakın üzülmeyin, ağıtlar yakmayın, isyan etmeyin. Allah’a daima şükredin. Akrabalarım, dayılarım, amcam, teyzelerim, halam ve ailem üç günlük dünya için kimsenin kalbini kırmayın, hiçbir işe yaramaz ve değmez. Polislik mesleğimde de o kadar ismini tek tek yazmaya sayfalar yetmeyecek kardeşlerim, ağabeylerim hepinizden Allah razı olsun”

Bu vatan evladı mektubunun bir kısmını eşi Hülya Güngördü’ye ayırmış;

“Canım eşim, seni çok seviyorum. Acı tatlı günlerimiz oldu. Allah’ım senden razı olsun inşallah. Bensiz hayatına devam et. Hayatını akışına bırak. Ben sensiz hayat düşünmedim. Tanıdığım güne vesile olanlara ve Rabbime şükürler olsun. Ailene ve aileme her zaman sahip çık. Kimseyi üzme, kimsenin de seni üzmesine müsaade etme. Sen zaten güçlü bir kişilik sahibisin. Elveda tatlı bebeğim. Vatan sağ olsun. Vatan sağ olsun. Vatan sağ olsun.”

Şehit polis memuru Mehmet Güngördü, mektubunun son kısmına bir not düşerek, mezarının anne ve babasının uygun gördüğü yere gömülmesini vasiyet etmiş.

Aradan 101 yıl geçse de 1101 yıl geçse de bu toprağın insanları, “vatan” söz konusu olduğunda hemen hemen aynı şeyleri kağıda dökebiliyor.

15 Temmuz 2016 akşamı FETÖ mensubu teröristler bu devleti ortadan kaldırmak için darbeye teşebbüs ettiklerinde, sanki ilahi bir emir alan milyonlarca kişi hep birden sokaklara dökülmemiş miydi? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “meydanlara çıkın” talimatından saatlerce önce Türkiye’nin dört bir yanındaki meydanları dolduran, köprü ve yolları kesen, göğüslerini kurşunlara ve bombalara siper eden bu milleti hiçbir şey tarif edemez.

Tankların önüne yatan, kalkıp tekrardan yatan, yaralanan, kolu ayağı kopan ve şehit olamadığı için üzüntü duyup ağlayan kaç tane millet vardır ki dünyada?

Her şerde bir hayır vardır” sözünü çok severim. O ihanet gecesinde yaşadıklarımızı görünce, Fethullah Gülen denilen şerefsize ne kadar çok şey “borçlu!” olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorum.

Gezi Olayları sırasında ateşe körükle giden FETÖ mensupları olmasaydı, 1980 sonrasında doğan genç kardeşlerimiz sokak terörünün ne olduğunu öğrenemeyecekti.

17/25 Aralık Yargı ve Emniyet Darbesi yaşanmamış ve bu ülkenin bakan ve milletvekilleri ile işadamları gözaltına alınmamış olsaydı, emniyet ve yargı sistemini ele geçiren bu terör yapılanmasının varlığına birçok kişi inanmayacaktı.

15 Temmuz Darbesi yaşanmamış olsaydı, bu millet yekvücut olmayacak, Müslümanlığı terörizme alet eden ve fakat İslâmiyet ile uzaktan yakından ilgisi olmayan Fethullah Gülen canisini tanımayacaktı.

16 Nisan Anayasa değişikliği referandumu yapılmamış olsaydı, CHP ve Saadet gibi partilerin HDP ile işbirliği yaptığını, PKK, DHKP-C ve FETÖ’nün el ele kol kola hareket ettiğini göremeyecekti.

Ne diyelim: Her şerde bir hayır vardır.

Bunlarda gelip geçer…

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber