Anasayfa / Makaleler / DİKTATÖR İNÖNÜ’NÜN 400 ALTINLIK TIRAŞ TAKIMI…

DİKTATÖR İNÖNÜ’NÜN 400 ALTINLIK TIRAŞ TAKIMI…

(Article 146-31.03.2017)

1923 yılında iktidara gelen CHP tam 27 yıl boyunca ülkeyi tek parti çatısı altında yönetti. Ta ki Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar.

Peki CHP tarafından bu ülke nasıl yönetildi hiç merak edeniniz var mı?

Harman vakti toplanan buğday, arpa ve diğer tüm mahsulleri devletten habersiz tarladan kaldırmak suçtu. Önce aşar memuru gelir, devlete ait olan kısmı alıp giderdi. Geriye ne kalırsa kalır bu duruma kimse itiraz edemezdi. Üretilen mahsulün yüzde 50’den fazlasını devlet alırdı. Traktör nerede? Yaz sıcağında dövene öküz bağlanır, öküzü bulamayanlarda dövene kendisini bağlardı.

40’lı yıllarda ekmek bulunmazdı. Bal, çay, şeker ve yağ zaten yoktu. Ekmek bulabilenler parmakla gösterilir, köy yerinde sadece ağaların evinde ekmek bulunurdu. Ekmek karne ile satılır, bir ailede 8 kişi varsa günde en fazla 4-5 ekmek istihkakı verilir, onu da sadece parası olanlar alabilirdi.

İnsanlar, aç kalmamak için ot toplar ve buğday bulamadıkları için arpa unu ile otu birleştirip küçük ekmekler yapıp açlıklarını giderirlerdi. Ekmek, gaz ve şekerin karneyle verildiği dönemde şehirden şehre un getirip götürmek yasaktır. Herkes memleketinde ne varsa onu yiyip içmeye mecburdu.

Köylerde kara sabana koşacak öküz dahi bulunmuyordu. Küçükbaş hayvanlardan ağnam vergisi alınır, devlete vergi borcunu ödeyemeyenler ise “kırbaç vergisi” adı altında en az 20-30 gün süreyle yol yapımında çalıştırılırdı. Şoselerde makine ne gezer! Kol ve kazma gücüyle dağlar taşlar delinirdi. Koyundan alınan vergi miktarı o yıllarda bir lira, keçiden ise 60- 80 kuruştur. Bir keçinin vergisiyle bir insanın yevmiyesi aynı kabul edilir, 20 tane keçi veya koyuna sahip kişi vergisini ödemediği taktirde 20 gün yol işinde çalıştırılırdı.

Hem şehirde hem de köylerde yokluk had safhadaydı. Ceketten pantolona, şapkadan ayakkabıya kadar her şey yamalıdır. Şehre inecekler konu komşudan nispeten daha güzel bir ödünç entari bulur, paltosu olan birinden de palto tedarik edilip şehre öyle inerdi. Giyim kuşam bile “emanet” sistemi üzerine kurulmuştu. Şapka giymek mecburiydi. Şapka alamayanlar ise kalın kumaştan şapkaya benzer şeyler dikip kafalarına geçirirlerdi.

Köye gelen askerler başında takke olan kim varsa önce onları tek tek yakalar, takkeyi yere atıp tepeler, takanı da bir güzel döverdi. Çakı ve bıçak taşımak bile suçtu. Bunu yapanlar karakolda ölesiye dövülür, sonrasında ibreti alem için köy meydanına atılırdı. “Askerler geliyor” denilince Kur’an-ı Kerim saklanır, bulunanlar ise yakılıp yırtılırdı. Kur’an’ı okuyanlar ve okutanlar ise dayaktan geçirilir, aç susuz nezarethanelerde bırakılırdı.

Tek parti döneminde ezan Türkçe okunur, insanlar korkudan camiye bile gitmezdi. Jandarma Cuma günleri camide nöbet tutar, ezanın Türkçe okunup okunmadığını kontrol ederdi.

Tek parti döneminde Allah’ın kelamı gizlice ahırlarda öğretilir, cenazelerde sadece Fatiha okunur, Kur’an okutulmasına ve dua yapılmasına izin verilmezdi. Ülkenin neredeyse tamamında cenaze yıkayacak, kefenleyecek ve defnedecek imam sıkıntısı yaşanırdı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun birçok yöresinde kumaş sıkıntısı çekildiği için kız ve erkek çocukların “zıbın” denilen entari giydiklerini o günlerden günümüze kalan siyah beyaz resimlerde zaten görebiliyoruz.

Tek parti döneminde her aileden 6 liralık yol parası vergisi alınır, ödeyemeyenler ise angarya olarak yollarda çalıştırılırdı. “Yol vergisi” bekçi veya jandarma tarafından toplanır, yol parasını veremeyenler sorgusuz sualsiz tutulup götürülürdü. Günlük yevmiye bir lira kabul edilir ve insanlar 6 lira için 6 gün boyunca çalıştırılırdı.

Tek parti döneminin fakirliği anlatılacak gibi değildir. Ayakta ayakkabı, sırtta hırka, kıç da don yoktur. Ayağında lastik çarıkla 11 ay boyunca yol yapımında çalışanlar vardır. İnsanlar buralarda tüm gün balyoz ve kazma sallar, banyo yapamazdı. Çalışanların en lüks yemeği ise ekmek arası soğan ve peynirdir.

Maddi durumu iyi olanları ise şimdiki “iyi” kavramı ile karıştırmayın. O zamanın şartlarına göre durumu iyi olanlar yılda ancak bir defa baklava yiyebilirdi. Kıtlık had safhadadır. Memurlar maaşını alır keyfine bakar, sade vatandaş ise yokluktan kırılırdı.

1940’larda bir mahkemede hasta çocuğu için bostandan meyve çalarken bekçi tarafından vurularak öldürülen adamın karısı, kocasını şu şekilde savunuyordu; “Allah’ın verdiği canı yaşatmak amacıyla çaldığımız için günah olmayacağını düşündük.

İkinci Dünya Savaşı patlamış. 1940 yılında enflasyon %103, 1941’de %165 olmuş. Ekonomi gittikçe küçülüyor. Türkiye bütçesinin %61’i orduya gidiyor. Ülkedeki kişi başına milli gelir ise 1600 dolar.

Eksik beslenmeden akciğer hastalıkları yaygınlaşmış, hırsızlık artmış. Çocuğunu besleyemediği için öldüren anne babalar, sokaklara terk edilen bebekler, karneyle ekmek dağıtımı sırasında yaşanan kavga ve gürültüleri içeren haberler gazetelerde sıkça çıkıyor.

Ülkede bu sıkıntılar yaşanırken gününü gün edenlerde vardır. En başta ise dönemin diktatörü Cumhurbaşkanı İnönü gelmektedir. İnsanların karnını doyurabilmek için ot toplayıp yediği günlerde Diktatör İnönü ve aile mensuplarının çılgınca talepleri yabancı ülkelerde görev yapan büyükelçilere her daim “acil” koduyla iletilir.

7 Şubat 1940 günü Çankaya Köşkü Umumi Katibi (Genel Sekreteri) Kemal Gedeleç, Paris Büyükelçisi Behiç Erkin’e “Hususi” ibareli bir yazı yazar. Yazı içeriği İnönü’nün çocuğu için alınacak bir arabayla ilgilidir;

Reisicumhurumuzun mahdumları (oğulları) için Delahi (Delahay) marka bir spor otomobili almak istiyoruz. Motoru sekiz silindirli olmak şartı ile bu markanın güzel modellerinden bir otomobilin bedeli serbest dövizle ödenmek ve İstanbul’da gümrüksüz olarak teslim edilmek şartı ile kaça alınabileceğinin lütfen, işarını ve mümkün olduğu takdirde intihap edilecek modelin bir de resminin irsalini derin saygılarımla rica ederim.”

5 Nisan 1940 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Gedeleç’ten, yine Paris Büyükelçisi Behiç Erkin’e bir yazı gönderilerek Milli Şef’in bilardo sevdası için bir takım taleplerde bulunulur.

Reisicumhurumuzun bilardoları için lüzum hasıl olan ve müfredatıyla satıldığı mağaza adresi ilişik muhtırada yazılı bulunan levazımın tedarikine ve faturasıyla birlikte gönderilmesine müsaadelerini rica eder, bilvesile derin saygılarımı yenilerim.”

18 Nisan 1940 tarihinde bu defa Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden Londra Büyükelçisi Tevfik Rüştü Aras’a bir yazı gönderilir iki düzine sabun istenilir. Muasır medeniyetler seviyesine çıkartılması planlanan Türkiye’de sabun kalmamış Londra’ya sipariş edilmiştir.

Pek Sayın Bay Dr. Aras, Londra’da Regent Street’de kain Morny mağazasında satılan ve reklamı ilişik ilanda bulunan tıraş sabunundan iki düzine gönderilmesine müsaadelerini diler, bilvesile derin saygılarımı teyit eylerim.”

Peki büyükelçiler böyle bir talep durumunda ne yapıyorlardı? Biraz da gelen cevaplara bakalım.

İşgal altındaki Paris’ten Yahudileri Nazi soykırımından kurtaran Büyükelçi Behiç Erkin’in 20 Mart 1940’ta Köşk’e gönderdiği cevaptan:

Pek Muhterem Bay Kemal Gedeleç, 11 Mart tarihli emirnamenizle, 18 Mart tarihli telgrafnamenizi hürmetle aldım. Yüce Reisicumhurumuz için sipariş emir bulunan at elbisesini, bizzat kumaş numunelerini görerek sipariş verdim. Terzi kumaşları Londra’ya ısmarladı… Bir aralık kumaşların numunesini göndermeyi düşündüm ise de işin uzamaması için bundan sarfı nazar ettim. Bugün otomobil fabrikasına gittim. Boya, körük ve döşeme renklerini gördüm, kati karar veremedim. Otomobilin rengi için 1, 2 ve 3 numaralı üç numune takdim ediyorum. Lütfen bunların tetkikiyle hem otomobilin rengi ve hem de derinin rengi için mesela (3 numara ve sarı deri) şeklinde telgrafla emirlerinize intizar ederim.”

Cumhurbaşkanının 1939 yılında yurtdışından talep ettiği altın tıraş takımı konusunda ise siparişlerin verildiği İstiklal Caddesi’ndeki Saran Kuyumcusu tarafından Çankaya Genel Sekreteri’ne yazılan yazı şu şekildedir;

İstanbul’a yetiştim ve almış olduğum siparişlerle meşgul olmağa başladım. Altın kutular ve tuvalet takımı için lazım olan altını hesap ederek 400 adet altın liraya ihtiyacım olacaktır. Tuvalet takımına lazım olan fırçalar, ayna, tarak, kristal şişeleri bugün telgrafla Paris’e sipariş verdim, bunlar zat-ı alinizin namına gelecek, ihtimal ki parçaların üzerine konulacak pırlantalar ve ipekli kadife burada bulunmadığı takdirde onları da Paris’e sipariş etmeğe mecbur olacağız

Rahmetli babamdan duyduğum bir anı çok şeyi izah eder nitelikte. 40’lı yıllarda demirci dedem mahallenin muhtarı ve o günün şartlarında memleketin nispeten zenginlerinden. Ancak kıtlık ve fakirlik o kadar yaygındır ki evde buğday falan yok. Bu arada dedemin beyaz eşeğinin de yaşaması gerekiyor. Evdeki arpa önce eşeğe yediriliyor, eşeğin dışkısından toplanan arpa artıkları ise rahmetli ninem tarafından toplanıp yıkandıktan sonra arpa ekmeği yapılıp ev ahalisine yediriliyormuş.

Bir tarafta eşeğin dışkısındaki arpa artıklarını yiyen insanlar, diğer tarafta DİKTATÖR İNÖNÜ’nün 400 altın liralık tıraş takımı!

Yahu ne olacak! Koskoca Milli Şef, 400 altın liralık tıraş setinin sözümü olur. Bu adam memlekete çok işler yaptı” diyen öküzler için bu kadar altının kaç liraya karşılık geldiğini de yazayım: Tamı tamına 400 BİN TL.

Anayasa değişikliğine “HAYIR” diyen İttihat Terakki artığı SOL zihniyetin temel devlet anlayışı; “Türkiye’nin gerçek sahibi biziz” prensibi üzerine kurulmuştur.

Bunlara göre halk ezilendir, seçkinler (yani kendileri) ise yöneten ve idare eden.

Bu zihniyete karşı çıkmak ve kökten değiştirmek için “EVET” demekten başka çaremiz yok galiba.

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber