Anasayfa / Makaleler / MUSTAFA KEMAL’İ ÖLDÜREN MASON CUMHURİYETÇİLER

MUSTAFA KEMAL’İ ÖLDÜREN MASON CUMHURİYETÇİLER

(Article 011-23.08.2014)

AK Parti’nin Türk siyaset sahnesine adım attığı 2002 seçimleri tüm dünya da şok etkisi yaratmıştı.

Fransız basınının manşeti muhteşemdi; Le Figaro; “Türk halkı bağırsaklarını temizledi” derken, bir başka gazete de “Türkler sifonu çekti siyasi partilerin tamamı kanalizasyona gitti” şeklinde başlık atıyordu.

10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri yine benzer manşetleri attıracak sonuçlar ortaya koydu.

Ülkede son bir yıldır sağcısından solcusuna, sosyalistinden faşistine, lâik kesiminden Kemalist ulusalcılara kadar hemen herkes Erdoğan düşmanlığı genelinde bir araya geldi. Masa başında kutsal ittifak kuranlar, 2002 yılında seçmenlerce acımasızca cezalandırılan ANAP, DSP ve DYP gibi o dönem Türkiye’nin en güçlü ve köklü partilerinin oy kaybını lütfen iyi analiz etsin.

Süleyman Demirel yıllar boyu utanıp sıkılmadan; “bu millet koyun bende onların çobanıyım, şapkamı koysam kendimi seçtiririm” deyip dururdu. Sonuçta ne oldu? Demirel gibi siyasetçiler bugün Cumhurbaşkanlığı yapmış olmalarına rağmen, toplum nezdinde hiçbir itibar görmüyor.

Seçim sürecinde Saadet Partisi’nin Mustafa Kamalak’ı ve Büyük Birlik Partisi’nin Mustafa Destici’si tabanlarının peşlerinden kuzu kuzu geleceğini sanıp kameralar karşısında boy gösterdi. MHP’nin Devlet Bahçeli’si ise siyasi hayatının en büyük harakirisini yaptı. İdeolojiler, inançlar, ilkeler yerle bir olmuş durumda. Kendi şahsi gelecekleri için birileri kalkıp dese ki “Benyamin Netenyahu ile yan yana fotoğraf çektirin”, ya da “Hamas’ı kınayın” onu bile yapmaya hazırlar. Hatta Devlet Bahçeli ve Mustafa Destici, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın ailelerini ziyaret edip “biz bir eşeklik ettik özür diliyoruz” derlerse de artık şaşırmayın.

Sonuç değişmedi ve 10 Ağustos da bağırsaklar boşaldı. 14 tane partinin tümü, Pensilvanya, Merkez Medya ve ülkedeki tüm kaotik yapıların tamamı zar zor %38 oy çıkarabildiler. CHP ile ittifak yapan partilerin lider ve yöneticileri kendi bataklıklarında boğuldu. Şimdi herkes %38’lik oy içerisinde kendi oyunu cımbızla aramaya başladı. O diyor ki “bu oy benim”, diğeri diyor ki “benim”.

Menderes’e idam hükmünü veren bir hâkim vardı. Yassıada Mahkemeleri’nin Başkanı Salim Başol denilen şahsiyetsiz hukukçudan bahsediyorum. İşte o haysiyetsize ölüp gidinceye kadar kendisini tanıyan hiçbir esnaf tek bir ekmek bile satmamış, yıllar boyu insan içine çıkamamıştı. Bahçeli, Destici, Kamalak ve diğer siyasilerin sonu da aynı Başol’un sonu gibi olacak. Yaptıkları bu şer ittifakını bundan sonra kendi çocuklarına bile izah edemeyecekler.

Artık yeni bir Başbakanımız var; Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu.

Türk tarihinde Türkmen sadrazam sayısı çok azdır. Cumhuriyet döneminde ise Erdoğan dışında neredeyse yok gibidir. Cumhuriyet’i kuran ve tamamı mason olan idareciler, Türkmenleri devlet idaresinden uzak tutmuş kendilerine ait bir devlet mekanizması kurmuşlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, döneminin pek çok fikir ve siyaset derneği gibi, bir mason locası olmamakla birlikte masonluğun savunduğu idealleri benimsemişti. Kurucu kadrosunda ağırlıklı olarak masonlar yer aldığı için örgütlenme yapısı masonluğu esas almıştı. 1909’da kurulan Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın internet sitesinde Cumhuriyetin kurucu kadrosunda yer alan masonlar şöyle sıralanır: Fethi Okyar, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muhittin Üstündağ, Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa.

Masonların lideri ise Atatürk’ün doktoru olan Mim Kemal Öke’dir.

Mustafa Kemal’in etrafı tamamen Masonlarla çevrilmiştir. 1935 yılında Mustafa Kemal masonik yapılanmanın tehlikesini fark etmiş ve “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locasını kapatmıştı. İşte bu hareket Mustafa Kemal’in sonunu getiren sürecin başlangıcıdır. Vücudunda bariz şekilde kırmızı siroz belirtileri görülen Mustafa Kemal’e Mason doktorlarca bilerek yanlış teşhis konulur ve durumu gittikçe kötüleşir. Atatürk masonluğu sevmiyordu. Çünkü ona göre masonluk bir Yahudi tarikatıydı. Anadolu Ajansı, 10 Ekim 1935’te gazetelerin merkezlerine ‘‘Mason localarının kapatıldığını, mal ve mülklerine el konulduğunu, eşyalarının ise sosyal kurumlara gönderildiği” haberini geçti.

Mason localarına Mustafa Kemal tarafından son verilmesi yurtdışında çok yankı buldu. Olayı öğrenen yurtdışındaki masonlar Atatürk’ü ortadan kaldırmak amacıyla girişimlere başladılar. 33 dereceli Farmason Bulgar Yahudisi Varnalı Avram Benaroyas bir yazısında: “Mefkuremizi (Masonluğumuzu anlamında) imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür… O’nun ölümü esrarengiz olacak ve kendine göre esrar arz edecektir.” diyordu. Atatürk’e saldırı başlamıştı.

Masonlar bu aşamadan sonra Atatürk’ü yok etmek için girişimlere başladılar. Mustafa Hakkı Nalçacı ve Doktor Mim Kemal Öke başrolü oynuyordu. Atatürk sıtma hastalığına daha önceden de yakalanmıştı. Bu hastalık ilerlediği zaman siroz ve daha birçok hastalığa neden oluyordu. Erken teşhis edilseydi sıtma hastalığı tedavi edilebilirdi. Ama hastalık bilerek geç teşhis edildi, giderek ilerledi ve akabinde siroza dönüştü. Atatürk, 14 Haziran 1938 tarihinde Afet İnan’a yazdığı mektubunda; “Afet, Vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir” demekteydi.

Yıllar sonra ortaya çıkan bilgi ve belgeler, Atatürk’ün sirozdan değil bir suikast sonucu zehirlenerek öldürüldüğünü ortaya koymaktadır.

Atatürk’ün sağlığı ile ilgili asıl toplantı 3 Ağustos 1938 Çarşamba günü yapıldı. Türk ve yabancı hekimler bir arada müşaverede (konsültasyon) bulunacaklardı. Toplantıya, Avrupa’dan gelen Eppinger, Bergmann, Türk doktorlar ve Başbakan Celal Bayar da katıldı. Atatürk’ün karnı şişiyor, yüzü sararıp soluyor, zaman zaman kusma ve titreme nöbetleri geçiriyordu. Yabancı doktorların acil tedavi için “İdrar söktürücü” Salygran ilacı verilmesi tavsiyesi haklı bulundu. Ve aynı gün 2 cc’lik salygran ilacı damardan şırınga ile verildi. Atatürk”e verilecek ilaçların önemli bir kısmının Fransa’dan getirilmesi gerektiği anlaşıldı. Ve öyle de oldu. 6 Ağustos günü Dr. Bergmann, son kez muayene ederek Atatürk”ün yanından ayrıldı. Özellikle “Salygran” ilacının verilmesi gerektiği üzerinde durdu.

Atatürk’ün ölmeden önce iki defa sıtma geçirdiği, 3 Ağustos 1938 tarihinde kendisini muayene eden hekim heyetinin hazırladığı raporda belirtilmiştir. Dr. Bergamann, Dr. Epinger, Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Nihat Reşat, Dr. M. Kemal Öke, Dr. Mehmet Kamil, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Abravaya ve Dr. Akil Muhtar’ın bulundukları bir kurul tarafından muayene edilen Atatürk’le ilgili raporda şu ifadeler yer almıştır:

1) Atatürk’te asit yapmış, “subikter” meydana getirmiş bir “siroz” halinin bulunduğu…

2) Bunun nedeninin “alkol” olabileceği gibi, evvelce iki defa geçirdiği “malaryanın” (sıtma) etkisinin ve payının olmadığının söylenemeyeceği…

3) “Vena portada flebit” (karaciğer toplardamarında iltihap) olmasının da imkân dahilinde bulunduğu…

4) Hastada ateşin yükseldiği ve karaciğerinin kosta kenarlarını geçtiği ve dalağın büyük olduğu, ateşin yüksekliğinin aynı hastalığın varlığı ile izah edilebileceği belirtilerek aşağıdaki tedavinin uygulanması kararlaştırılmıştır:

  1. a) Karındaki asit “salyrgan” şırıngaları ile giderilmeye çalışılacaktır.
  2. b) 2 ve 3 defadan sonra “ponksiyon” yapılacaktır.
  3. c) Ateş için 0.90 santigram “piramidon” verilecektir.
  4. d) “Kinin” tedavisi yapılabilecektir.
  5. e) Gerektiğinde hafif “müsekkin” ilaçlar verilecektir.

 

Günler geçti. Atatürk”ün rahatsızlığı bir türlü sona ermiyordu. 24 Ağustos günü bir şırınga Salygran ilacı daha verildi. Ancak ateşi 38 dereceye çıktı. Dr. Neşet Ömer, Atatürk”ün “intoxiation” halinde olduğunu gördü. Bahsi geçen kelimenin tıp dilindeki Türkçe karşılığı “Zehirlenme” idi. Doktorların Atatürk”e ilaç tavsiyesi hep “civalı müdrir” yani “idrar söktürücü” özelliği olan SALYGRAN ilacının verilmesi idi.[1]

Bir sofrada da Atatürk, Masonların Büyük Üstadı Mim Kemal Öke’ye dönerek; “Kemal Bey, şimdi sıra sizin, bize Masonluğu anlatacaksınız. Önce söyleyiniz masonluğun prensipleri nelerdir?” diye sordu. Mim Kemal tek tek anlattıktan sonra Atatürk; “Peki, anlaşıldı. Reisiniz kim?” diye sorduğunda, Mim Kemal hiç kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği şu sözleri söyledi; “Memlekette barış ve huzur isteyen ve bütün dünyaya seslenerek bu idealin gerçekleştirilmesine çalışan zatı devletleridir”. Atatürk’ün birden kaşları çatıldı ve sesinin tonunu sertleştirerek; “Ben Mason Cemiyetine girmem. Başkalarının yaptığı prensiplere değil ancak kendi prensiplerime uyarım.” demiştir.

Mustafa Kemal, 10 Ekim 1935 tarihinde Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke’ye hitaben, “Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz ve diriltmeye teşebbüs etmeyiniz” demişti.

Atatürk’ün vefatına ilişkin, neden-sonuç ilişkisine bakıldığında ilginç bir olayla da karşılaşmaktayız.

Filistin topraklarında bir İsrail Devleti kurulması fikrine Sultan II. Abdülhamid gibi Mustafa Kemal’de karşıydı. 1937 yılının Ağustos ayında bir söyleminde Atatürk, “Biz vakıa birkaç sene Araplar’dan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için, İslâmiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet’e lakayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Hazret-i Peygamber’in son arzusuna yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin Selahattin’in idaresi altında uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslâm aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.” demiştir.

Atatürk’ün ölümünde etkili olan ilaç bugün Dünya Sağlık Örgütü’nün yasaklı ürünler listesindedir. Tıp literatüründe on gün içinde kesin ölüm getirdiği bilinen bu ilacın ne amaçla kullanıldığının izah edilmesi gerekmektedir. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi. Atatürk’e aşırı “kinin” yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflâs edip siroza dönüşmüştür. Tedaviyi yapan doktor ise Mason Locası’nın üstadı âzamlarından Doktor Mim Kemal Öke’dir. İstirahat için Savarona’da iki ay kadar kalan Mustafa Kemal’in nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, sonrasında Dolmabahçe Sarayı’na götürülmüştü. Aslında Savarona yatına konulması da bu oyunun bir parçasıydı.

Velhasıl Mustafa Kemal 10 Kasım 1938 tarihinde gece yarısından hemen sonra saat 01,30 gibi hayata gözlerini yumar. (Ölüm saatinin 09,05 olduğu da yalandır). Yaveri Salih Bozok, bildiklerini anlatmaması için hemen aynı akşam infaz edilir ve “Atatürk’ü çok sevdiği için acısına dayanamayıp intihar etti” yalanı uydurulur.

Mustafa Kemal ölmemiş, öldürülmüştür.

Öldürenler ise Cumhuriyetin masonik kadrolarıdır. Cenazesine otopsi yapılmamasının nedeni de ağır metal olan civanın bulunabileceği endişesidir.

Bu arada İsmet İnönü ne yaptı?

Mustafa Kemal Dolmabahçe’de hayata gözlerini yumduğunda İstanbul’a gelmedi, Ordu’nun desteği ile Meclis’i askerlere kuşattırdı ve kendisini aynı gün Cumhurbaşkanı seçtirdi. 1948 yılında da Masonluğu tekrardan canlandırıp mallarını iade etti.

[1] Atatürk”ün şüpheli ölümüyle ilgili belge Türkiye Büyük Millet Meclisi kitaplığı, Es.No: 1970, 20, Remiz: S.A.1376’da bulunmaktadır. Bahsi geçen belge içinde yazılı olanlar, Atatürk”ün öldürülmesinin perde arkasını aralaması bakımından önemlidir. 1,2,3,4,5 Eylül 1949 tarihinde Halk Cephesi”nin yayın organı Lâiko Metopo gazetesinde Apostolos Grazos imzası ile yayınlanmıştır.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber