Anasayfa / Makaleler / KİLİS’TE BAYRAM SABAHI…

KİLİS’TE BAYRAM SABAHI…

(Article 178-25.06.2017)

Ramazan’ı “Ramazan”, Bayram’ı “Bayram” olarak yaşamak istiyorsanız Kilis’te büyümeniz gerekirdi. Bayrama bir hafta on gün kala, hem çocukları hem de anne babaları bir heyecan alır, “Bayram” geldiğini olabildiğince hissettirirdi.

1970’li yıllar… Ne konfeksiyon var ne de bu kadar çok seçenek. Memlekette toru topu üç beş tane ayakkabıcı vardı. Babamla beraber ayakkabıcıya gider, birer ikişer ayakkabıları dener, en afillisi hangisi ise onu alır gelirdik. Rahmetli babam her daim sorardı: “aman ayağını sıkmasın, burnu vurmuyor değil mi?”

Annem müthiş bir terziydi. Hem de Kilis’in en meşhur terzisi. Bayram yaklaştıkça iş yoğunluğu artmaya başlar, sabahlara kadar elbise dikerdi. 70’li yıllarda konfeksiyon ne gezer! Metre ile satılan rengarenk çeşit çeşit kumaşları kapanlar soluğu annemin yanında alır, nasıl bir elbise istediğini tarif ederdi. “Burda Dergisi” isimli bir moda dergisi vardı o yıllarda. İçinden elbise çizimlerini ve kesim şekillerini gösteren ve “patron” denilen şablonlar çıkardı. Gelen müşterilerin boyuna posuna, endam ve kalıbına bakarak annem çeşitli önerilerde bulunur, mezura ile üç beş tane ölçü alır, sonrasında makasın ağzına tükürerek kumaşı keserdi. Bu arada iş kolay bitsin diye tam kumaşı keserken bana seslenip odaya girmemi isterdi. “Bazılarının ayağı çok ağır olur, ne yaparsan yap elbise bir türlü bitmez” derdi.

O kadar işin arasında annem, bizim “üstümüzü başımızı” asla ihmal etmez, hepimize yeni elbiseler dikerdi. Bayram sabahı bizleri baştan aşağı güzelce giydirir, “nazar edenin gözü patlasın” der ve mutlaka nazar duasını okurdu.

Bugün dönüp geriye bakıyorum da 70’li 80’li yıllar gerçekten çok zor yıllardı. Fakirlik had safhadaydı. En başta; ne bu kadar yüksek bir refah düzeyi vardı, ne de bu kadar zenginlik. Her mahallede en fazla bir zengin insan bulunur veya bulunmazdı. Mahallede en temiz, en yeni ve en güzel elbiseleri bizler giyerdik. Bayram günü komşu çocuklarının birçoğu eski elbiselerini sırtlarına geçirir bize imrenerek bakarlardı.

Evimizin hemen bitişiğinde ve yukarı mahallede “Bayram yeri” denilen mekânlarda, çocuklara yönelik eğlenceler tertip edilirdi. Hepi topu 200-300 metrekarelik bir alanda salıncaklar, narabalar ve atlı karıncalar önünde kuyruklar oluşur, 5-10 kuruş karşılığında bunlara binebilmek için birbirimizi tepelerdik. Bayram yerlerinde yok yoktu. Elma şekeri satanlar, horoz şekerciler, pamuk şekerciler, macun şekerciler, kâhkeciler, taze nohutçu ve haytalya satanlar, meyan şerbetçiler ve daha neler neler.

Bayram sabahı annem tüm kardeşlerimi sıraya dizer, rahmetli babamın elini öptürürdü. Babam hepimize bayram harçlığımızı verir, ondan sonra ailecek yemeğe otururduk. Kızartma ve yuvarlama klasik bayram yemeğimizdi. Kızartma yerken adeta irkilir, yeni elbise veya gömleğimin üzerine yemek sıçramasından korkardım. Ve maalesef genelde de hep sıçrardı!

Öncelikle mezarlık ziyareti yapılır, ölmüşlere dua edilir, sonraki aşamada bayram ziyaretleri başlardı. Annem babam önde, biz arkada güle oynaya akraba ziyaretlerine gider, içimiz dışımız şeker olurdu. Bakınız özellikle “çikolata” demiyorum, çünkü çikolata o yıllarda çok lükstü, pahalıydı ve kolay kolay kimse evine alamazdı. Ziyaretler sırasında bayram harçlığını asla sektirmez, kim ne verdi diye çetere tutardık. Kağıt paraları anneme bırakır, az biraz bozukluk alarak mahalledeki arkadaşlarla alışverişe çıkardık. Alışveriş derken yanlış anlamayın, öyle markete falan değil. Zira o yıllarda “market” daha icat edilmemişti. Enstitü’nün karşısında küçük bir bakkal dükkânı vardı. Leblebi tozu, gazete kağıdından sarılmış külâhlara konulup satılırdı. “Promosyon” sisteminin mucidi olan mahallenin girişimci bakkal amcası, bu külahların içine ya sakız ya da bir tane şeker koyardı. Bakkal dükkanlarında şimdiki gibi yüzlerce ürün olmaz, tek tek saysanız 40-50 çeşit mal ya bulunur ya da bulunmazdı.

Mahallemizin bir sokağında “Şam bastığı” yapıp satan bir kadın vardı. Mahalle arkadaşlarıyla sürü halinde onun evine gider, 25 kuruşluk alıp yalayarak yerdik. Bir de eski Hastane sokağında horoz şekeri yapan birisi vardı. Isırdığınızda ağzınızda cam gibi kırılıp dağılan kemanlı, silahlı, tüfekli, tavuklu horoz şekeri alırdık.

Emine ablam benim adeta korumam gibiydi. Babam, ticareti öğreneyim diye henüz 6-7 yaşındayken bana çeşit çeşit ürün sattırırdı. Köyden taze nohut geldiğinde bunları demet şeklinde bağlar, evin kapısının önünde çocuklara satardım. Aliminyum tepsi içinde horoz şekeri de sattım, Bayram yerinde annemin yaptığı haytalyayı da. Bu arada ablam yanımdan ayrılmaz, bana bulaşan olursa onları döverdi.

Bayramlar şimdilerde olduğu gibi asla “tatil” olarak kabul edilmez, bayramda insanlar inzivaya çekilmez, ev ziyaretleri mütekabiliyet ilkesine göre karşılıklı yapılırdı. Herkes gelirine ve durumuna göre ikramda bulunur, kimse kimseyi eziklemezdi. Dargınlar barışır, dostluklar pekişir, sevgiler derinleşirdi.

Şimdi?

Şimdi ne bayram kaldı ne bayram yeri, ne horoz şekeri kaldı ne de haytalya. Bayramlar tatile dönüşürken, karşılıklı ev ziyaretleri unutuldu gitti.

Dijital dünyada ne bayram tebriği gönderen kaldı ne de mektup yazan.

Şeker alabilmek için kapıyı çalan çocuklarda kalmadı. Arefe gecesi artık çocuklar uyuyor. Biz ise heyecandan uyuyamazdık.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum da; bayramı “bayram” olarak yaşayan herhalde son nesiliz.

Bugün benim “babasız” ilk bayramım. Terzi Güler ve Demirci Doğan bizlere ne güzel şeyler yaşatmış değil mi?

Allah onlardan razı olsun.

Ramazan Bayramı’nız kutlu ve mübarek olsun.

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber