Anasayfa / Makaleler / “…VE ALLAH BU COĞRAFYAYI DİZAYN ETMEK İÇİN YENİDEN TÜRKLERİ GÖREVLENDİRDİ”

“…VE ALLAH BU COĞRAFYAYI DİZAYN ETMEK İÇİN YENİDEN TÜRKLERİ GÖREVLENDİRDİ”

(Article 052-22.12.2014)

Bir devlet düşünün ki her şeyi hayâl üzerine inşa etmiş. Kıta Avrupası’nın reel üretim anlayışına karşın, her şeyini hayâl üzerine kuran Amerika’dan bahsediyoruz. Sinema yıldızları, pop starlar, çok uluslu şirketler, senatörler, başkanlar, suikastler, CIA ve FBI ajanları ve daha neler neler. Amerikan toplum mühendisliğinin hem kendi halkını hem de dünya kamuoyunu etkileme ve yönlendirme becerisini hiç kimse küçümsememeli. Normal şartlarda belki yüzüne bile bakmaya tenezzül etmeyeceğiniz bir buçuk metre boyundaki bir sarışını allayıp pullayarak tüm dünyaya güzellik sembolü olarak yutturanlar, milyonları peşinden sürükleyenler bunlar değil mi?

Kilis’te bir bardak meyan kökü şerbetini 25 kuruşa satamayan yurdum insanı, meyan kökünden yapılan bir bardak kolaya bir lira öderken “helâl olsun bu adamlara yapınca yapıyorlar” demiyor mu? Akıllı geçinen garibim İngilizler ceplerinden para harcayıp Güney Afrika’daki maden ocaklarından bir kilo altın çıkartmak için var gücüyle uğraşırken, New York Borsası’nın dahi pazarlamacıları arpadan buğdaya, bakırdan platine, soya fasulyesinden hayvan bağırsağına kadar binlerce çeşit ürünü büyük bir beceriyle future piyasalarda alıp satıyorlar. Muhteşem şekilde kurgulanmış bu sistem saat gibi işlerken krediler açılıyor, komisyonlar alınıyor, faizler ödeniyor ve her gün trilyonlarca dolar el değiştiriyor. Amerika bu işi ticaret için yapıyor, onları bu noktada kınamamak lâzım. Ancak burada asıl kınanması gereken, ABD dışındaki diğer ülkeler. Bretton Woods Anlaşması ile Amerikan dolarını rezerv parası durumuna getiren hatta kendi ulusal altın rezervlerini saklasın diye Amerika’ya teslim eden ülkelere ne demeli? Neyse ki Franko ve De Gaulle gibi iki lider çıkıp isyan etti de ABD dolarının forsu birazcıkta olsa söndü.

Fransa’dan Türkiye’ye, Almanya’dan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne kadar tüm dünya ülkelerinin bir kilo buğday satın alabilmesi için öncelikle eşekler gibi çalışıp üretmesi ve ürettiklerini dolar karşılığında diğer ülkelere pazarlaması gerekirken, ABD denilen ülke herhangi bir üretim çabası içerisine girmeksizin kendi darphanesinin bastığı yeşil banknotları kullanarak hammadde satın alabilmekte, askeri gücünü finanse edebilmekte, canının çektiği ülkeye operasyon yapabilmekte, yurtdışındaki CIA operasyonlarına milyarlarca dolar para harcayabilmektedir.

Güneydoğu’daki GAP projesini tamamlayabilmek için 30 yıl boyunca nereden para bulacağını bilemeyen Türkiye’ye karşın, Irak Savaşı gibi tamamen düzmece ve hayâl mahsulü bir düşmana iki trilyon dolar para harcamak başka nasıl mümkün olabilirdi ki? ABD’nin yaptığı şey aslında Sultan Abdülmecid’in yeni yaptırılan Dolmabahçe Sarayı’nın kaça mal olduğunu Hazine-i Hassa nazırına sorması üzerine, nazırın verdiği “3500 kuruş” yanıtının günümüzdeki versiyonundan başka bir şey değil. Nazırın bahsettiği 3500 kuruş, sarayın gerçek inşaat masrafı olan 2 milyon 800 bin sterlin tutarındaki kaimenin (kâğıt paranın) basım giderinden başka bir şey değildi. Amerika bir elinde silah bir elinde yeşil dolarlarla Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de savaşıyor ve milyonların canını okuyor. Bu rahatlığın sebebi hiç şüphesiz paranın kolay kazanılmasından (daha doğrusu üretilmesinden kaynaklanıyor. Irak savaşına harcanan para miktarı iki trilyon dolar değil, iki trilyon doların Amerikan Darphanesi’nde basılması için gereken 30-40 milyon dolarlık kâğıt ve mürekkep maliyetinden ibarettir. ABD’nin herhangi bir savaş veya olağanüstü hâl durumunda para bulmak için onun bunun kapısını aşındırmasına da gerek yok. Böyle bir durumda yapılması gereken tek şey; Darphane çalışanlarına üç beş saat fazla mesai ücreti ödemektir.

11 Eylül saldırısı aslında ABD’nin değil ama bazı dünya ülkelerinin aklını başına getirdi. Bir defa Amerikan rüyasının büyük bir “balon” olduğu ortaya çıktı. Uzaydan dünyaya düşmesi muhtemel göktaşlarını sapanla vurur gibi nükleer füzeleriyle yerle yeksan eden Amerikan ordusunun, uzaylılarla savaşıp dünyayı kurtaran Arnold Schwarzenegger gibi bol kaslı kahramanların, Afganistan’daki koca Rus ordusunu tek başına telef eden ve filmin başından sonuna kadar toplamda onbeş kelime konuşabilme yeteneğine sahip Rambo kılıklı Amerikan kahramanlarının ne kadar hayâl mahsulü olduğu ayan beyan anlaşıldı.

Usame bin Ladin’in cebine on bin dolar para koyup cihat yemini ettirerek ABD’ye yolladığı beş kişi, ellerini kollarını sallayarak uçak kaçırıp Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine ve ABD Genelkurmay Başkanlığı binası Pentagon’a saldırırken Amerikan sinema sektörünün tüm dünyaya yıllar boyu yutturduğu her şeyin baştan sona yalan olduğu anlaşıldı. Bir yanda yüz milyonlarca dolar bütçeli Spielberg’in fantastik aksiyon filmleri, diğer yanda ise on bin dolara mal olan ve daha şimdiden hakkında onlarca belgesel yapılıp Amerika’nın karizmasını yerle bir eden Usame bin Ladin’in gerçek saldırıları. Hangisi daha gerçek ve hangisi daha inandırıcı?

Irak işgali esnasında bir iki bin kişilik direnişçi grubuna bile karşı koyamayan ve işin sonunda çareyi gerisin geriye kaçmakta bulan ABD ordusunun ne matah bir güç olduğunu hâlâ fark edemeyen bazı aklı evveller, hâlen “ABD’nin canı isterse Rusya’ya ve hatta Türkiye’ye bile saldırıp yerle bir edeceği” zırvalarını konuşmaktan da geri kalmıyorlar.

Türkiye’de yaşayıp Türk lirasının dünyanın en sağlam paralarından biri olduğunun farkında bile olmayanlara ne demeli? Sadece basılı bir kâğıt parçasından ibaret olan Amerikan doları ile üretim ve emekle yaratılmış Türk Lirasını mukayese etmek mümkün olabilir mi? Çin’in rezerv parası olarak tuttuğu üç trilyon doları Euro’ya veya altına dönüştürmesi durumunda Amerikan dolarının ne duruma düşeceğini tahmin edeniniz var mı? Tibet ve Doğu Türkistan’ı dünyanın diline pelesenk etmemek için metazori şekilde dolar rezervi tutmak zorunda kalan Çin, bıçak kemiğe dayanıp elindeki dolarları boşaltınca acaba Atlantik’in diğer yakasında ABD diye bir devlet kalır mı?

Tüm bu olayları keyifle izleyen ve ABD başkanlarının elinde kova kürekle kumdan kaleler yapıp askercilik oynamasından mutlu olan tek bir kişi varsa o da herhalde Putin’in bizzat kendisidir. SSCB’ni adım adım yeniden kuran, kendi coğrafyasındaki tüm enerji kaynaklarını ele geçiren, ekonomisine istikrar kazandıran Putin, dağılma sürecinde yerde sürünen şimdilerde ise itibarına itibar kattığı rublesiyle votkasını yudumluyor. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve Dinyeper Nehri’nin doğusunda yaşayan Rus çoğunluğu koruma güdüsüyle ayrılıkçıları desteklemesi ve büyük ihtimalle yakın bir gelecekte yaşanacak Ukrayna’nın kısmi işgali hadisesine ABD başta olmak üzere AB ülkelerinin itiraz etmesinin temel nedeni de aslında Rusya’nın istikrarlı büyümesi. Rusya sahip olduğu doğalgaz ve petrolü başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın hemen her ülkesine rahatlıkla satıyor ve ülkenin döviz rezervlerini bu paralarla dolduruyor. Almanya, İngiltere, Fransa ve gerisi zaten herhangi bir anlam ifade etmeyen diğer AB ülkeleri, üretim ve ihracat yapamadıkları takdirde açlıktan öleceklerini çok iyi biliyorlar. ABD’nin ise kendi Darphanesinde bastığı dolarlardan dolayı tuzu zaten kuru.

Bu ülkelerin tamamı Rusya’nın sahip olduğu doğalgaz ve petrol rezervlerine Rusya açısından ‘havadan gelen para’ gözüyle bakıyorlar. Ancak gerçek öyle değil. Aynı imkânlara onlar sahip olsaydı, herhalde petrolün varilini diğer dünya ülkelerine 1000 dolardan satarlardı. Batılıların bu bakış açısına karşılık Rusya’ya farklı davranan tek bir ülke varsa o da Türkiye’dir. Türkiye’nin üretim ve ihracat yapabilmesi için doğalgaza ve petrole ihtiyacı var ve bunu tamamen ticari bir yaklaşımla Rusya’dan temin ediyor. Rusya’dan doğalgaz ve petrol alırken, karşılığında yumurtadan elmaya, tekstilden deri ürünlerine kadar onbinlerce çeşit mal satıyor. Her iki ülkede kendi aralarında oldukça dengeli ve ahlâklı bir siyasi ve ticari ilişki kurmuş durumda. Kırım ve Ukrayna meselesinden dolayı yalnızlığa mahkûm edilen Rusya’yı yalnız bırakmayan ve onun elinden tutan tek ülke hiç şüphesiz Türkiye. Rusya’da bunun çok iyi farkında ve Rusya Devlet Başkanı Putin bu durumu basın toplantısında açıkça dile getirip “Erdoğan çok sağlam bir lider” ifadesini kullandı.

G20 toplantısında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kendisini adam yerine koyup selam bile vermeyen Avrupalı liderlere en büyük tepkiyi Ankara’da gösterdi ve Güney Akım Projesi’ni iptal ettiklerini, bu hattın Türkiye’ye kaydırıldığını açıkladı. Hem de Erdoğan’ın talebi üzerine hiç kimseden gizleme gereği bile duymadan. Bu açıklamadan hemen sonra tam da Putin’in dediği gibi İngiltere Başbakanı, İtalya Başbakanı, AB yetkilileri birbiri peşi sıra Ankara’yı ziyarete başladı ve Erdoğan ile görüştü. Rusya bu hamlesiyle Türkiye’nin elini Batılılar karşısında tarihinde olmadığı kadar güçlendirdi. Putin yaptığı basın toplantısında; “Bundan sonra gaza ihtiyacı olanlar Ankara’ya müracaat etsin” demeyi de ihmal etmedi. İngiltere Başbakanı başta olmak üzere tüm Batılı liderler Erdoğan’a herhalde şöyle bir teklif sunmuştur; “Güney Akım Projesi’nin Türkiye’ye kaydırılmasına izin vermezseniz ve Rusya ile ilişkilerinizi kesip Putin’i yalnızlaştırırsanız sizi AVRUPA BİRLİĞİ’ne alacağız”. Muhtemelen Erdoğan’da onlara; “Geçti bunun pazarı sür eşeği Edirne’ye, yıllarca bizi oyaladınız, bize sömürge muamelesi yaptınız, Şam’ı, Halep’i, Musul ve Kerkük’ü, Mekke ve Medine’yi ve daha birçok toprağımızı elimizden aldınız, bu topraklarda yıllar boyu kafanıza göre at koşturdunuz, yıkılın gidin karşımdan” demiştir.

Türkiye, Rusya dik durduğu ve Türkiye’yi satmadığı sürece bu komşusuna asla sırtını dönmeyecektir. Her iki ülkede büyük bir sınavdan geçiyor. Rusya ve Türkiye bu sınavdan başarı ile geçtikleri takdirde bu coğrafyanın en büyük gücü durumuna gelecektir. Her iki ülkede hiç olmadığı kadar ‘dik’ durmak zorundadır. Eğilen veya yumuşayan bu oyunu kaybedecek ve bir daha asla belini doğrultamayacaktır. Rusya bu krizi kısa sürede atlatacak. Putin’in basın toplantısında söylediği gibi bu durum belki iki yıl bile sürmeyecek. Türkiye için Kıbrıs’ın anlamı ne ise Rusya içinde Kırım’ın anlamı odur. Rusya Kırım’dan asla vazgeçmeyecek ve tek bir geri adım atmayacaktır.

Ukrayna’yı Avrupa Birliği bünyesine alıp burayı bir Alman sömürgesi haline getirmeyi planlayan Merkel’in bu hayâli artık sona erdiği için Almanya oldukça gergin ve sinirlidir. Fransa ve İngiltere haricindeki diğer tüm AB ülkelerini EURO gücüyle kendisine bağımlı hale getiren ve yakın gelecekte bu ülkeleri birer ikişer yutmaya başlayacak olan Almanya, Ukrayna konusunda çetin cevize çarpmıştır. Rusya’nın başında Putin olmasaydı, Ukrayna başta olmak üzere Gürcistan ve Ermenistan’ı da Avrupa Birliği’ne alıp Rusya’yı Karadeniz’den ve dolayısıyla Akdeniz havzasından uzaklaştırmış olacaklardı.

Rusya’nın köylü toplumu olarak kalması, tıpkı geçmişteki Türkiye gibi tarım ve hayvancılıkla uğraşıp kendilerine muhtaç bir halde yaşaması onların işine gelecekti. Ancak hem Türkiye’de hem de Rusya’da geçen 12 yıl içerisinde o kadar çok şey değişti ki Batılılar bu değişiklikleri hiç fark edemedi. Taraflı ve yanlı şekilde hazırlanan rapor ve analizler hem Türkiye hem Rusya konusunda Avrupalı liderleri ters köşeye yatırdı. Cari açık, sıcak para, soğuk para, enflasyon, bölgesel terör hareketleri, siyasi ve politik risk gibi faktörlere takılıp kalan Batının zekâ yoksunu analist ve raportörleri büyüyen Türkiye ve Rusya’yı fark ettiklerinde, aysbergle burun buruna gelen Titanic kaptanının şaşkınlığını yaşadılar. “Bu ülkeler ne zaman büyüdü, ne zaman birbiriyle ticaret yapmaya başladı, ne zaman ilişki kurdu ve daha da önemlisi Türkiye bizi bırakıp da Rusya’nın yanına niçin gitti?” tarzındaki sorular herhalde şu an Batı başkentlerinde en fazla tartışılan konuların başında geliyordur. Türkiye ile Rusya arasındaki birliktelik platonik bir ilişki olmayıp ciddi bir evliliktir. Bugün her iki ülkenin çıkar ve menfaatleri ortaktır.

Ruslar ve Türkler geçmişte birbiriyle çok defa savaştı. İlk çatışmamız 1568-70 yılları arasında Astrahan Seferi ile sonrakiler ise 1572, 1676-81, 1686-1700, 1710-11 (Prut Savaşı), 1735-39, 1768-74, 1787-92, 1806-12, 1828-29, 1853-56 (Kırım Savaşı), 1877-78 (93 Harbi), 1914-17 (Kafkasya Cephesi) savaşları ile yaşandı. Geçmişteki kırgınlıkları ve kızgınlıkları bir tarafa bırakmanın zamanı gelmiştir. Hemen her konuda birbiriyle asgari müştereklere sahip olan Ruslar ve Türkler yek vücut olduğu takdirde ABD ve AB ülkelerinin yapacağı hiçbir şey yoktur. Zor günlerinde Ruslara vereceğimiz destek yakın gelecekte Montrö ve Lozan’ı tartışmaya açmamıza imkân sağlayacaktır.

Bir düşünün şu an kimin kime ihtiyacı var? Türkiye ve Rusya’nın mı Batıya ihtiyacı var, yoksa %65-95 oranında Rus doğalgazına bağımlı olan Batı ülkelerinin mi Rusya ve Türkiye’ye? Dünya hızla değişiyor. Dünyanın jeo-politik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik dengeleri eğer son yüz yıl içerisinde çok radikal bir kırılmaya konu olmuşsa o tarih; Putin’in Ankara’yı ziyaret edip Erdoğan ile görüşme yaptığı ve Batılı ülkelere enerji konusunda kırmızı kart gösterdiği 1 Aralık 2014 tarihidir.

Ancak bu aşamadan sonra göz ardı edilmemesi gereken büyük bir riskin varlığını da hiç unutmamak gerekiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ölüme adım adım daha fazla yaklaşmaktadır. Doğu’nun makûs kaderini değiştiren bu iki lider Batılılar nezdinde ortadan kaldırılmayı fazlasıyla hak etmiştir. Putin ve Erdoğan bu coğrafyanın delileridir. Her iki liderde kendi halklarının refah seviyesini arttırıp zenginleştirmiş, devletlerinin itibarına itibar katmış, ulusal menfaatleri için Batılılara rest çekmiş, altyapı ve üstyapı yatırımlarına ağırlık vermiş, Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilâli, Türkiye’de ise 1923 sonrasında yapılan işlerin çok fazlasını son 10 yıl içerisinde gerçekleştirmişlerdir. Her iki liderde kendilerine yönelik tüm saldırılara, algı operasyonlarına, yıpratma çabalarına karşın üst üste defalarca seçim kazanmış, giderek artan bir halk desteğine mazhar olmuşlardır. Seçimle bu liderlerin yıkılamayacağı artık anlaşılmıştır. Ekonomik, siyasi ve politik darbelerle götürülemeyeceği de anlaşılmıştır. Bu iki çılgın liderden kurtulmanın tek yolu; her ikisini birden İNFAZ etmekten geçmektedir. Batılıları enerji konusunda Türkiye’ye bağımlı hale getiren Putin ve Putin’in elinden tutup onu yalnızlığa mahkûm ettirmeyen Erdoğan’ın katli artık vaciptir.

Putin ve Erdoğan birbirinin çağdaşı olarak herhalde aynı anda iktidar olabilme şansına sahip iki lider olarak tarihe geçmiştir. Tıpkı Almanya’nın kurucusu Bismarck ve II. Abdülhamid gibi. Putin ve Erdoğan bu coğrafyada yaklaşık bir asırdır uyutulan ve sömürülen halkların hakkını savunma savaşında kaderin bir cilvesi olarak aynı zaman diliminde iktidara gelmişlerdir. Putin, doğalgaz ve petrole sahip bir ülkenin lideri olarak eski SSCB coğrafyasında Gorbaçov ve Yeltsin döneminde kaybolan devlet otoritesini yeni baştan tesis edip enerji kaynaklarının güvenliğini temin ederken, Erdoğan’da enerji kaynaklarından yoksun bir ülkenin lideri olarak Türkiye’yi dünyanın en önemli enerji taşıyıcısı ve enerji tedarikçisi haline getirmeye yönelik stratejik adımlar atmıştır. Erdoğan, Azerbaycan’dan Kuzey Irak’a, Rusya’dan Katar’a, Türkmenistan’dan Cezayir’e kadar geniş bir coğrafyanın tüm enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Anadolu’ya taşımış ve dünya pazarlarına sunmaya başlamıştır. Yirminci yüzyılın başında Ortadoğu’nun petrol kaynaklarını ele geçirmek için sudan bahanelerle Birinci Dünya Savaşı’nı başlatıp Osmanlı topraklarını kendi aralarında pay eden ülkelerin tamamı, bugün Türkiye ve Rusya denkleminin dışında olan biteni sadece seyretmekle yetiniyor. The Washington Post, New York Times, Financial Times, Frankfurter Allgemeine ve daha nice Batılı medya baronlarının Putin ve Erdoğan aleyhinde; “değerli yalnızlık”, “yapayalnız liderler”, “dünyadan soyutlanan liderler”, “yalnız Çar”, “yalnız Sultan” ve “sarayda tek başına” gibi nefret dolu söylemlerini manşete dönüştürmesinin tek nedeni Rusya ve Türkiye’de yaşanan olumlu gelişmelerdir.

Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın “biz her şeyin en iyisini biliriz” şeklindeki şımarık devlet yapılanmalarının son yüz yıl içerisindeki en büyük yanılgısı ve öngörüsüzlüğü herhalde Erdoğan ve Putin özelinde Türkiye ve Rusya olmuştur. AB kapısında Türkiye’yi yıllarca oyalayan Batılı liderler, şimdilerde kafalarını duvarlara vurup “biz ne halt ettikte bu ülkeyi AB içerisine alıp pasifize etmedik” diye sızlanıp duruyorlardır. Almanya, İngiltere ve Fransa dışındaki 25 Avrupa Birliği ülkesinin tamamı tek başına bir Türkiye etmemektedir. Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hırvatistan, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Kıbrıs, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan gibi AB ülkelerinin Türkiye ile aşık atması bu dakikadan sonra mümkün değildir.

İstanbul’u yolcu taşımacılığında dünya lideri yapacak olan Yeni İstanbul Havaalanı inşaatı, Çin’den başlayıp İstanbul’da nihayete erecek olan demiryolu yapımı, Marmaray, Tüplü Boğaz Geçişi, İzmit Körfezi ve İstanbul Boğazı’na inşa edilen yeni asma köprüler, hızlı tren ve metro yatırımları, doğalgaz ve petrol boru hattı yatırımları, nükleer santral yatırımları, hemen her şehre inşa edilen havaalanları, yenilenen karayolları, dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan muhteşem bir sağlık sistemi, yeni yapılan şehir hastaneleri ve artık vaka-yı adiyeden sayılan yeni okul yatırımlarının bırakın hepsini bir arada yapmayı, sadece birini veya birkaçını hayata geçirebilecek kaç tane ülke var?

Farkında mısınız? Bu coğrafyada yeni bir dünya düzeni kuruluyor ve Allah bu görev için yeniden Türkleri görevlendirdi.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber