Anasayfa / Makaleler / İHANETTEN BIÇAK YAPILMIŞ BİLEMEYE NE GEREK!

İHANETTEN BIÇAK YAPILMIŞ BİLEMEYE NE GEREK!

(Article 135-04.02.2017)

Şu son üç beş yıldır Türkiye’de birbiri peşi sıra patlak veren olayları takip edebilmek bile artık büyük bir beceri gerektiriyor.

Geriye dönüp Türkiye’nin yakın geçmişinde neler yaşanmış diye baktığımızda, darbe sevdalılarının kimlerden medet umduğunu açıkça görebiliyoruz. Seçilmiş hükümetlerin hemen her eylemini laik Cumhuriyet ve sosyal hukuk devleti bahanesiyle iptal eden Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi anayasal vesayet kurumlarına, sonraları çoğu kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı HSYK’da katılmıştı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Türkiye’deki tüm hakim ve savcıların atamalarını yapan, yerlerini değiştiren, soruşturan ve görevden alan tek yetkili kurum. Bu kadar stratejik öneme sahip bir kurumun neler yapabileceğine, 7 Şubat 2012 MİT Operasyonu ve 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi sırasında şahit olduk.

7 Şubat 2012’de Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın talimatıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan ifadeye çağrılmıştı. Hakan Fidan’ın çağrılma sebebi; MİT ile PKK arasında arabulucular eşliğinde yürütülen Oslo görüşmeleriydi. FETÖ’nün MİT operasyonu, Başbakan Erdoğan’ı paralel yapıya karşı harekete geçiren önemli bir dönüm noktasıdır. Bu olay Cumhuriyet tarihinde MİT Müsteşarının suçlu sıfatıyla ifadeye çağrıldığı ilk vakadır. Havaalanlarında Hakan Fidan’ı gözaltına almak için VIP çıkışları tutulmuş, İstanbul’daki MİT binası terörle mücadele ekiplerince kuşatılmıştı. MİT Müsteşarı ise bordo berelilere “vur” emri vermişti. Bunun gibi birçok ayrıntıyı bugün hiç kimse ya bilmiyor ya da hatırlamıyor. Paralel Yapı mensupları kendilerini o kadar güçlü hissediyorlardı ki her şeyi göze almışlardı. Kontrol edemeyecekleri hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorlardı. Genelkurmay Başkanı tutuklandıktan sonra MİT Müsteşarının kilosu kaç para oluyordu ki?

7 Şubat operasyonunda Hakan Fidan tutuklanacak, Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma açılacak, Bakanlar gözaltına alınacak, Hükümet düşecek ve ülkede kaos hakim olacaktı. Sonrasında Başbakan Erdoğan tutuklanıp ya Öcalan gibi cam muhafaza içerisinde ya da Mısır’ın devrik lideri Muhammed Mursi gibi demir parmaklıklar arkasında yargılanacak, yeni bir vesayet sistemi kurulacaktı.

MİT Operasyonu tutmayınca bu defa Özel Yetkili İstanbul Savcıları Zekeriya Öz, Muammer Akkaş ve Celal Kara tarafından 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi sahneye konuldu. Burada da amaç bazı bakanlar üzerinden kamuoyunun çok hassas olduğu yolsuzluk konularını bahane edip, Hükümeti ve daha da önemlisi Başbakan Erdoğan’ı devirmekti.

Türkiye, 17 Aralık 2013 sabahı güne büyük bir operasyon haberiyle uyandı. İstanbul merkezli “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonunda hükümete yakın çok sayıda kişi gözaltına alınırken, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu, Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve daha çok sayıda kişi gözaltına alındı. Operasyonun ikinci günü AK Parti’nin ne yanıt vereceği beklenirken, ilk olarak polis teşkilatında çok sayıda üst düzey memur görevden alındı ve yerlerine yenileri atandı. Gün içerisinde gözaltına alınanların evlerinde yapılan aramalarda milyonlarca dolar para bulunduğuna yönelik yeni iddialar, merkez ve paralel medya başta olmak üzere sosyal medyada servis edildi. Her şey o kadar güzel planlanmıştı ki, evlerde yapılan aramalarda müthiş bir profesyonellikle mizansenler sergileniyordu; para kasaları, ayakkabı kutuları, dağınık yatak üzerinde çekilmiş milyonlarca dolar ve euro resimleri.

Sonrası zaten herkesin malumu. Adalet mekanizması ve kolluk kuvvetleri içerisinde çöreklenen Gülen Cemaati’nin bu operasyonu Başbakan Erdoğan’ın kararlı duruşu ve halkın gösterdiği ferasetle birleşince akamete uğradı. Binlerce polis görevden alındı, haklarında örgüt üyeliğinden soruşturma ve davalar açıldı. Gülen Cemaatinin devletin tüm birimlerinden temizlenmesine yönelik olarak yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bağlayıcı bir karar alındı ve Fethullah Gülen Örgütü bir “terör örgütü” olarak tanımlandı.

Derken 15 Temmuz 2016 askeri darbesi yaşandı. Ülke bir anda savaş alanına döndü. Türk halkı sokaklara dökülüp tanklara karşı koydu. 249 şehit ve üç bine yakın yaralı ile bu kriz ucuz atlatıldı. Ülke bölünmenin eşiğinden döndü. Bu darbe, Fethullahçı Terör Örgütü’ne yönelik olarak top yekun bir savaş açılmasına sebep oldu. Yukarıdaki anlatıma konu olaylara karışan polisler, askerler, hakimler, savcılar, devlet memurları ve işadamları tutuklandı.

Bugün gazeteci dostum Fuat Uğur’un ilginç bir yazısını okudum. Makalenin başlığı; “Hocam bu ekibiniz neyin peşinde?”

Fuat Uğur, haber kaynağını teyit etmeden asla yazı kaleme almaz. Ahmet Davutoğlu’nun sosyal medya sorumlusu olan bir şahıs, Süleyman Özışık ile yaptığı özel bir görüşmede; Erdoğan’ı bitirmek ve Davutoğlu’nu yeniden parlatmak için yeni bir taktik uygulayacaklarını ve Erdoğan’a destek veren medya mensuplarının alaşağı edileceğini söylemiş. Bu isimler arasında; Hilal Kaplan, Haşmet Babaoğlu, Ahmet Kekeç, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz ve aklınıza gelebilecek diğer malum yazarlar ve gazete yöneticilerinin ismi sayılmış.

Bu operasyonun kurgusu bence son derece başarılı. Tutar mı? İyi işlenirse hem de çok iyi tutar. Nedenini anlatayım.

Bundan 20 yıl önce Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan “Başbakan” sıfatıyla koalisyon ortaklarıyla cebelleşirken, merkez medyayı oluşturan TV ve gazetelerin tamamı söz ve elbirliği etmişçesine Refah-Yol hükümetine saldırıyor, hemen her gün yeni bir haber patlatıyorlardı. Bu haberlerin tümü istisnasız bir şekilde “yalan ve iftira” olmasına rağmen, hükümeti savunacak tek bir gazete ve gazeteci yoktu. Olanlar ise ya anında aforoz ediliyor ya da vatan hainliği ile suçlanıyordu. AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, yaşanan askeri, bürokratik ve yargısal dirençlere rağmen bu durum yavaş yavaş değişti. Merkez medyanın karşısında alternatif bir medya yapılanması ve hükümete destek veren yeni bir gazeteciler sınıfı oluştu.

Hükümet karşıtlarınca “Yandaş medya” olarak isimlendirilen TV ve gazetelerde görev yapan, TV programlarına katılıp konuşma cesaretini gösteren insan sayısı inanın çok fazla değil. Hepsini toplasanız 20 veya 30 kişi ya çıkar ya çıkmaz. Ama bu kişileri sakın ola ki asla küçümsemeyin. Refah Partisi tabanının %7-8’lik Milli Görüş oyları bugün AK Parti genelinde %52’lere ulaşmışsa bunun birkaç tane sebebi var.

Birinci ve en önemli faktör; Erdoğan’dır. Erdoğan’ın liderliği, Türk toplumunun ona duyduğu saygı, sevgi ve güven unsuru hiçbir şekilde izah edilemez.

İkinci faktör; Türk halkının ferasetidir. 100 yıldır kaptanı olmayan bir gemi gibi okyanusta kâh oraya kâh buraya savrulan bu halkın genetiğinde, liderine sahip çıkma, kanının son damlasına kadar ülkesini koruma içgüdüsü ziyadesiyle baskın ve hakim.

Üçüncü faktör olarak AK Parti’nin kendisini ve kadrolarını söylemek isterdim ancak maalesef böyle bir durum söz konusu değil. Çünkü Erdoğan dışında hiç kimsenin toplum nezdinde zerre kadar karşılığı yok. Türk halkı AK Parti’ye sadece bir nedenle oy verip destekliyor, o da; Erdoğan “var olduğu” için. Erdoğan’ın herhangi bir nedenle Türk halkına yeni bir partiyi hedef göstermesi durumunda ki bu parti örneğin “Türkiye Yeşiller Partisi” dahi olsa, o partinin tek başına iktidara geleceğinden emin olabilirsiniz.

Gelelim esas üçüncü faktöre. AK Parti oylarındaki sıçramanın asıl nedeni; FETÖ mensuplarının, lümpenlerin, levantenlerin, beyaz Türklerin, masonların, askeri ve bürokratik vesayet sevdalılarının, juristokratların, ittihat terakki kalıntılarının, fosilleşmiş Cağaloğlu dinozorlarının ve eski Türkiye sevdalılarının küçümseyerek baktığı ve asla kabullenemediği işte o 20-30 kişilik “yazar çizer” kadrosudur.

Bu bir avuç insan işini gücünü bırakıp, kanal kanal dolaşarak Yeni Türkiye’nin esaslarını halka izah etmeye çalışıyor. Söyledikleri her söz, her cümle birilerini mutlaka ama mutlaka rahatsız ediyor. Haklarında açılan davaların haddi hesabı yok. Şahsım adına konuşayım. A Haber’de yapmış olduğum bir programdan dolayı iki hafta önce Bakırköy’de, dün ise Çağlayan adliyesinde Basın Savcısı’na ifade vermek zorunda kaldım.

Erdoğan’ı “zayıflatıp” Davutoğlu’nu “parlatmak” isteyenlerin esas amacı aslında Davutoğlu’nu parlatmak falan değil, AK Parti’yi zayıflatıp ona yeni alternatifler yaratmak. Fakat stratejilerinin doğru olduğunu da kabul etmek lazım. Yandaş Medya’yı ortadan kaldırmak için TV, Radyo ve Gazeteleri milyonlarca TL ödeyerek satın almaya gerek yok. Hükümete destek veren Fuat Uğur, Cem Küçük, Ufuk Coşkun, Hilal Kaplan, Haşmet Babaoğlu, Ahmet Kekeç, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz, Turgay Güler, Mehmet Çelik, Savcı Sayan gibi gönül adamlarını bir şekilde pasifize edin yeter. Ondan sonra Erdoğan veya Hükümet lehinde yazı yazacak adamları mumla arasanız bile bulamazsınız.

Bu medya operasyonunda hedef Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat kendisidir. Askerle yapılamayan, Emniyetle yapılamayan, Yargı cuntası ile tutmayan maya, medya üzerinden hem de Cumhurbaşkanına en yakın kişilerce tertiplenecek.

Fethullah Gülen denilen vatan haini şerefsizi tebrik etmek lazım. Öyle veya böyle mutlaka birilerini ikna edip Erdoğan’ın üzerine sürebiliyor.

İhanetten bıçak üretince bilemeye gerek kalmıyor ki!

Medya dünyasında ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın çevresinde sıcak günler yaşanacak.

Haydi hayırlısı.

Dr. Mehmet Hakan Sağlam

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber