Anasayfa / Makaleler / CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN HEDEF ALINIRKEN YENİ TRUVA ATI KİM?

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN HEDEF ALINIRKEN YENİ TRUVA ATI KİM?

(Article 043-26.11.2014)

Ülkemizde son iki yıldır birbiri peşi sıra yaşanan ve her biri birer skandal niteliğindeki olayları takip etmek bile büyük bir beceri gerektiriyor. Devlet içindeki Paralel Yapı ve Cemaat örgütlenmesi sıkça konuşuldu, yazıldı ve çizildi. Bugün geriye dönüp Türkiye’nin yakın geçmişinde neler yaşanmış diye düşündüğümüzde, askerden ümidini kesen darbe sevdalılarının son beş altı yıldır yargı cephesinden medet ummaya başladığını görüyoruz. Yargı yoluyla Hükümetlere yönelik operasyonel eylemleri alt alta yazabilmek bile mümkün değil. Seçilmiş hükümetlerin hemen her eylemini lâik Cumhuriyet ve sosyal hukuk devleti bahanesiyle iptal eden Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi anayasal vesayet kurumlarına, son dönemlerde çoğu kimsenin önceleri varlığından bile haberdar olmadığı HSYK’da katıldı. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Türkiye’deki tüm hâkim ve savcıların atamalarını yapan, yerlerini değiştiren, soruşturan ve görevden alan tek yetkili kurum. Bu kadar stratejik öneme sahip bir kurumun neler yapabileceğine Türkiye 7 Şubat 2012 MİT Operasyonu ve 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi esnasında şahit oldu.

7 Şubat 2012’de Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın talimatıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan ifadeye çağrılmıştı. Çağrılma sebebi; MİT ile PKK arasında arabulucular eşliğinde yürütülen Oslo görüşmeleri idi. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik operasyon o kadar güzel planlanmıştı ki hiçbir detay atlanmamıştı. Cuma günü mesai saatinin bitimine beş dakika kala ve Başbakan Tayyip Erdoğan ameliyata gireceği esnada İstanbul Özel Yetkili Savcısı Sadrettin Sarıkaya, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Eski Müsteşar Emre Taner, Eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve iki eski MİT görevlisini bizzat telefonla arıyor, KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağırıyordu.

MİT’in üst düzey yetkililerinin savcılık tarafından ifadeye çağrılması Türkiye’yi bir anda sarstı. KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağrılan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın PKK yetkilileri ile Oslo’da yaptığı görüşme kayıtları Başbakan Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile beraber Mısır’da halka hitap ettiği sırada bir internet sitesi hacklenmek suretiyle medyaya sızdırıldı. Hakan Fidan’ın müsteşarlığa getirilmesinden dolayı İsrail oldukça rahatsızdı. Bu hamle hem Hakan Fidan’a hem de Başbakan Erdoğan’a İsrail’in çok açık ve net bir mesajıydı.

Görüşme kayıtlarında Hakan Fidan’ın Başbakan’ın emriyle görüşmelere katıldığı ifadeleri yer alıyordu. Ancak Başbakan Erdoğan, Hakan Fidan ve diğer MİT yetkililerinin hükümetin insiyatifiyle o görüşmeleri yaptığını ve bunun gayet normal olduğunu resmen açıklayarak olayı siyaseten üstlendi. Buna rağmen MİT yetkililerinin şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılması o günlerde kamuoyunu oldukça rahatsız etti. PKK’nın silah bırakmayı kabul etmemesi üzerine Oslo’da yapılan görüşmeler kesildi. Ardından hükümetin stratejisi doğrultusunda PKK ile peş peşe silahlı çatışmalar yaşandı ve çok sayıda PKK’lı öldürüldü.

13 Eylül 2011 tarihinde internete düşen Oslo görüşmelerine ait ses kaydında, PKK’nın silah bırakması ve çatışmaların durması temel tartışma konusuydu. Bu olaydan birkaç gün önce İsrail hükümet yetkilisi Lieberman Türkiye’ye karşı PKK’yı destekleyeceklerini açıkça dile getirmişti. Ses kaydı ilk olarak 12 Eylül 2011’de saat 18:00’de PKK’ya yakınlığıyla bilinen Fırat News’te, ardından 13 Eylül’de saat 09.30’da Dicle Haber Ajansı (DİHA) sitelerinden yayınlandı. Oradan da dakikalar içerisinde tüm Türkiye’ye yayıldı. Ancak DİHA, kısa süre sonra bu yayının kendi kontrolleri dışında siteye yüklendiğini açıkladı ve ses kaydı her iki siteden de kaldırıldı. Ses kaydının Vimeo üzerinden yeni oluşturulmuş “One Minute” isimli kullanıcı tarafından yüklenmesi, İsrail bağlantısını akıllara getirdi.

İnternet sitelerinde yayınlanan ses kaydına göre Norveç’in başkenti Oslo’da yapıldığı belirtilen zirvede, koordinatör bir ülke gözlemciliğinde, dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan, o dönemki MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, PKK yöneticisi Sabri Ok, KONGRA-GEL Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar’ın bir araya geldiği iddia ediliyordu. Emre Taner ise iddia edilen görüşme sırasında MİT Müsteşarlığı görevinde bulunuyordu. Fidan’dan Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak söz edilen kayıtlarda, Güneş olduğu iddia edilen kişi, PKK’nın eylemsizlik kararının seçime ya da bir başka nedene bağlı olmaksızın uzatılması gerektiğini anlatıyor ve Fidan’ın görüşmede bulunmasının hükümetin konuya verdiği önemi gösterdiğini belirtiyordu. Fidan olduğu iddia edilen kişi de, İmralı’da Öcalan’la görüşen 3 kişilik heyette bulunduğunu, Başbakan tarafından görevlendirildiğini, siyasi riske rağmen zirveye katıldığını anlatıyordu. 47 dakikalık kayıtta, Fidan olduğu iddia edilen kişi siyasi atmosferi ve yapılacakları anlatıyordu. Koordinatör ülke temsilcisi de hem Ankara’ya hem de dağa gitmeleri gerektiğini, Oslo’daki 6. zirveye hazırlanmaları gerektiğini söylüyordu.

Ses kaydının basında yer almasının ardından Başbakan Erdoğan, “Malum çevrelerin geçmişte de Hakan Bey’i hedef aldığı biliniyor. Sızma nasıl olmuş onu araştırıyoruz. Ama hatası da olsa Hakan Bey’i böyle nedenlerle harcamayız. Biz kolay kolay adam yemeyiz” demişti.

MİT yöneticilerinin KCK soruşturması kapsamında “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrılmasının arkasından da yargı skandalı çıktı. MİT’in tepesini hedef alan çağrıyı KCK dosyasına daha fazla hakim olan Savcı Bayraktar yerine Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın yaptığı ortaya çıktı. Soruşturmadan sorumlu savcının yerine MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağıran Sarıkaya, gündemi sarsan tebligatı telefonla yaptı. MİT’in zirvesine tebligat yapan Savcı Sarıkaya’nın konuyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ve Başsavcı Vekili Fikret Seçen’e bilgi vermemesi de dikkat çekti.

7 Şubat MİT operasyonu Başbakan’ı paralel yapıya karşı harekete geçiren önemli bir olaydır. Bu olay Cumhuriyet tarihinde MİT Müsteşarı’nın suçlu sıfatıyla ifadeye çağrıldığı ilk vakadır. Havaalanlarında Hakan Fidan’ı gözaltına almak için VIP çıkışlar tutulmuştu. İstanbul’daki MİT binası terörle mücadele ekipleri tarafından kuşatılmıştı. MİT Müsteşarı bordo berelilere “vur” emri vermişti. Bunun gibi birçok ayrıntıyı bugün hiç kimse bilmiyor ya da hatırlamıyor. Paralel Yapı kendisini o kadar güçlü hissediyordu ki her şeyi göze almışlardı. Kontrol edemeyecekleri hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorlardı. Genelkurmay Başkanı tutuklandıktan sonra MİT Müsteşarı’nın kilosu kaç para oluyordu ki?

Ankara Gölbaşı’nda Doğu Avrupa’dan Moskova’ya, Tahran’dan Bağdat’a kadar telsiz, cep telefonu ve her türlü iletişim aracının dinlenebileceği bir tesis kurulmuştu. Paralel yapı bu dinleme tesisinin tamamen kendi kontrollerindeki Emniyet bünyesinde kalmasını istiyordu. Başbakan Erdoğan’ın bu tesisi MİT’e vermesinden sonra Cemaat ile Hükümet arasındaki ipler tamamen koptu. 7 Şubat operasyonunda Hakan Fidan tutuklanacaktı. Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma açılmış olacak, Bakanlar gözaltına alınacak, ülkede kaos hakim olacaktı. Sonrasında Başbakan Erdoğan tutuklanıp ya Öcalan gibi cam muhafaza ya da Mursi gibi demir parmaklıklar arkasında yargılanıp tutuklanacak, yeni bir vesayet sistemi kurulacaktı. Yeni Başbakan’ın kim olacağı bile belirlenmişti.

MİT Operasyonu tutmayınca bu defa Özel Yetkili İstanbul Savcıları Zekeriya Öz, Muammer Akkaş ve Celal Kara tarafından 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi sahneye konuldu. Burada amaç bazı bakanlar üzerinden kamuoyunun çok hassas olduğu yolsuzluk konularını bahane edip Hükümeti ve daha da önemlisi Başbakan Erdoğan’ı devirmekti.

17 Aralık sabahı Türkiye güne büyük bir operasyon haberiyle uyandı. İstanbul merkezli “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonunda hükümete yakın çok sayıda kişi gözaltına alınırken, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu ve Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve daha çok sayıda kişi gözaltına alındı. Operasyonun ikinci günü AK Parti’nin ne yanıt vereceği beklenirken, ilk olarak polis teşkilatında çok sayıda üst düzeyli görevden alındı ve yerlerine yenileri atandı. Gün içerisinde gözaltına alınanların evlerinde yapılan aramalarda milyonlarca dolar para bulunduğuna yönelik yeni iddialar merkez ve paralel medya başta olmak üzere sosyal medyaya servis edildi. Her şey o kadar güzel planlanmıştı ki, evlerde yapılan aramalarda müthiş bir profesyonellikle mizansenler sergileniyordu. Para kasaları, ayakkabı kutuları, dağınık yatak üzerinde çekilmiş milyonlarca dolar ve euro resimleri.

Yeni belgelerin ve görüntülerin servis edildiği 19 Aralık’ta, soruşturmada adı geçen dört Bakan’a ilişkin olarak 24 saat gibi kısa bir süre içerisinde hazırlanmış binlerce sayfalık fezlekeler gündeme geldi. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın görevden alındı. 20 Aralık günü gözaltındaki isimlere yönelik tutuklama talebi günün en sarsıcı gelişmesi olurken, Emniyet’teki atamalara devam edildi. Meclis’te ise bütçe görüşmeleri sırasında Bakanlarla ilgili iddialar gündeme geldi ve muhalefet milletvekillerinin Egemen Bağış’a tepkisi sonucu adı geçen bakan Meclis Genel Kurulu’nu terk etmek zorunda kaldı. Gece saatlerinde ise, gözaltına alınan ilk grubun neredeyse tamamı serbest bırakıldı. Serbest bırakılanlar arasında Bakan Erdoğan Bayraktar’ın oğlu da vardı. 21 Aralık gününün ilk gelişmesi, iki Bakan oğlu ile Reza Zarrab’ın tutuklanması oldu. Günün önemli gelişmelerinden bir diğeri ise, Fethullah Gülen’in AK Parti’ye yağdırdığı beddualar oldu. Erdoğan bu açıklamalara yanıt vermedi. Operasyonun 6. gününde Fethullah Gülen yeni bir açıklama daha yaparak suların durulmadığını ortaya koydu. 25 Aralık günü Muammer Güler ve Zafer Çağlayan istifa etti. Asıl kriz ise Erdoğan Bayraktar’ın istifa açıklamasında Başbakan’ı hedef alması ve onun da istifa etmesini istemesi oldu. Diğer yandan 2. operasyon dalgasında Başbakan’ın iki çocuğu da dahil sansasyonel isimlerin gözaltına alınmasına karar veren Savcılık makamına polisin direnmesi, devletin fiili olarak ikiye bölünmesi yorumlarına neden oldu.

Operasyonda Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da hedef olduğu, savcı tarafından gönderilen ifade verme tutanağının ortaya çıkmasıyla kesinleşmiş oldu. Savcı, Emniyet, Başsavcılık ve Adalet Bakanlığı arasındaki büyük gerilim, 26 Aralık Perşembe günü ayyuka çıktı. Soruşturmayı yapan savcının elinden dosyaların alınmasıyla birlikte savcı görevini yapamadığını açıkladı. HSYK aynı gün bir açıklama yayınladı ve bildiride; yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına vurgu yapılırken, idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmesi gerektiği vurgulandı. Savcılara yönelik şikâyetlerin kendilerine iletilmesini isteyen HSYK, gelişmelerden rahatsızlığını, “Herkes, yargı bağımsızlığına zarar verecek söz ve eylemler ile özveri ve titizlikle görev yapan yargı mensuplarını zan altında bırakacak beyan ve yazılardan kaçınmalıdır” sözleriyle ifade etti.

Sonrası zaten herkesin malûmu. Adalet mekanizması ve kolluk kuvvetleri içerisinde çöreklenen Gülen Cemaati’nin bu operasyonu Başbakan Erdoğan’ın kararlı duruşu ve halkın gösterdiği teveccühle birleşince akamete uğradı. Binlerce polis görevden alındı, haklarında örgüt üyeliğinden soruşturma ve dava açıldı. Kasım ayı içerinde yapılan HSYK seçimleri ise benzer operasyonların hukuk camiasında da yaşanacağının en büyük habercisi. Gülen Cemaatinin devletin tüm birimlerinden temizlenmesine yönelik olarak yapılan son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bağlayıcı bir karar alındı ve Fethullah Gülen Örgütü bir terör örgütü olarak tanımlandı.

Son iki gündür medya dünyasında yaşananlar ise yeni bir darbe girişiminin öncüsü niteliğinde. Cumhurbaşkanı Ekonomi Başdanışmanı Yiğit Bulut’un sosyal medyada operasyonel bir ekip kurduğu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ekonomi bürokratları ve Star Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu gibi isimler hakkında karalayıcı mesajlar yazarak gizli kapaklı operasyonlara imza attığı iddia edildi. Yiğit Bulut’un Cemil Ertem ile beraber hareket ederek Star Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu, Ali Babacan ve Rifat Hisarcıklıoğlu aleyhinde itibarsızlaştırıcı haberler yaptığı iddia edildi. Neticede olayla hiçbir ilgisi olmayan Cemil Ertem’in Star Gazetesi’ndeki yazılarına son verildi.

Olayın aslı nedir diye merak edenlerin bu yazı içeriğindeki olayları birbiri peşi sıra değerlendirmesinde fayda var. 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik operasyonun temel hedefi Hakan Fidan olmayıp Başbakan Erdoğan’ın bizzat kendisiydi.

17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesinin hedefi ise ne Zafer Çağlayan’dır ne Muammer Güler ne de diğerleri. Oradaki tek hedefte Başbakan Erdoğan’ın bizzat kendisiydi.

Peki bundan sonra ne olacak? İşte asıl cevaplanması gereken soru bu. 17/25 Aralık 2013 kumpasının bu aşamada bittiğini zannedenler büyük bir yanılgı içerisindedir. 40 yıllık birikim bir anda yerle yeksan olurken, Fethullah Gülen yapılanmasının dini bir cemaatten çok “bir terör örgütü”, “yabancı bir ülkenin ajanı” gibi hareket ettiği ortada iken asla rehavete kapılmamak gerekiyor. Lütfen Irak’a bakın. Irak’ta Muhammed Kesnizani denilen adam, Fethullah Gülen’in birebir kopyasıdır. Şimdilerde Kanada’da sürgün hayatı yaşayan Pakistan’ın Muhammed Tahir el-Kadiri’si de aynıdır.

Bu adamlar yılmazlar, usanmazlar, asla pes etmezler, geri adım atmazlar. Fethullah Gülen denilen meczup ve onun sapkın müritleri, 40 yıllık hülyalarının sona ermemesi için dalga dalga saldıracak, yeni kumpaslar peşinde koşacaklardır. Yargı ve emniyet içinde bu kadar güzel yuvalanan bu yapının Türkiye’nin stratejik kurumlarında etkin olmadığını kim iddia edebilir? Bunlar üniversitelerde de etkin, bunlar bakanlıklarda da etkin, üzülerek ifade ediyorum bunlar ordu içinde de çok etkin.

Bu dakikadan sonra devleti idare edenlerin tek bir şeye odaklanması gerekiyor. 17/25 Aralık kumpasında REZA ZARRAB ve dört bakanla ilgili olarak kurulan tezgahın temel gerekçesi “kara para aklama” ve daha da kötüsü “İran ambargosunun delinmesi” üzerine kurulmuştu. Buradaki temel gaye Erdoğan’ın uluslararası mahkemelerde ve hatta Amerikan mahkemelerinde yargılanmasını sağlamaktır. Peki böyle bir durumda kimler kullanılacak? Şahsen ben en başta Reza Zarrab ve dört bakanına olta atardım. Bu kişilerin Erdoğan aleyhine tanıklık yaptığını düşünsenize. Onun için bu dakikadan sonra Reza Zarrab başta olmak üzere AK Partili dört bakanın ve 17/25 Aralık kumpasında hedef alınan Halkbank yetkililerinin asla ve kat’a yurtdışına çıkartılmaması gerekiyor. Bunların ayağına birer pranga bağlayıp, onların ucunu da sağlam bir ağaca sabitlemekten başka çaremiz yok. Aksi taktirde çok sıkıntı yaşayabiliriz.

21 Kasım 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı Ekonomi Başdanışmanı Yiğit Bulut ve Cemil Ertem üzerinden başlatılan operasyonun amacı da çok başkadır. Üstelik bu defa Cumhurbaşkanı’nın ekonomi başdanışmanı hakkında haber yapanlar Merkez ve Paralel medya mensupları değil hükümete hemen her konuda destek veren Star Medya Grubu’dur. Bu grubun Yiğit Bulut’u açıkça suçlayarak yayın yapması oldukça manidardır.

Bu medya operasyonunda da hedef Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat kendisidir. Askerle yapılamayan, Emniyetle yapılamayan, Yargı cuntası ile tutmayan maya, medya üzerinden hem de Cumhurbaşkanına en yakın gazetecilerce tertiplenmektedir.

Gülen’i tebrik etmek lâzım. Öyle veya böyle mutlaka birilerini iknâ edip Erdoğan’ın üzerine sürebiliyor. Bu defa iknâ edilenler herhalde Star Medya Grup’un başı olan Mustafa Karaalioğlu ve diğer bazı kişiler.

Medya dünyasında sıcak günler yaşanacak, haydi hayırlısı.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber