Anasayfa / Makaleler / KARINCANIN HAKKI ÜZERİNE…

KARINCANIN HAKKI ÜZERİNE…

(Article 131-23.01.2017)

Dost uğrunda ölmek kolay, fakat uğrunda ölünecek dostu bulmak zordur.” demiş Nazım Hikmet.

Mevlana ise; “Dost ise düşünme ver ömrünü gitsin, dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin.” demiş.

Peki “vefa” nedir?

Vefakâr insan” ünvanını kimler hak edebilir?

“Efendi, bey, paşa” gibi sıfatlar bir kişiyi tanımlama da ne kadar anlam ifade ediyorsa, “sevilen veya sevilmesi gereken” kimselere verilen değerin bir nişanesidir “vefakâr” kelimesi.

Vefa, sevmektir, saymaktır.

Vefa, yapılan iyiliği unutmamaktır.

Vefa, önemli bir dostluk göstergesidir.

Vefa, sözünde durmak, sözünün eri olmaktır.

Vefa, unutmamak, her daim hatırlamak, hatırlanmaktır.

Vefa, “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” cümlesinin ete kemiğe bürünmüş halidir.

Dostluk ve arkadaşlık kavramlarının herhangi bir anlam ifade etmediğini gören Mehmet Akif Ersoy, “Haya sıyrılmış inmiş” isimli şiirinde vefa yoksunluğunu şu şekilde bizlere anlatmış;

“Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde 

Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde 

Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul

Yalan raiç, hiyanet mültezem, her yerde hak meçhul 

Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş 

Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş.”

Bu arada Şeyh Sadi Şirazi’nin “dost” tanımı da göz ardı etmemek gerekir; “Nimet içinde iken dostluktan söz açıp, kardeşim! diyeni dost sayma. Dost, dostunun elini onun perişanlığında, çaresizliğinde tutan kimsedir.”

Peki “an ve zaman” kavramı bizler için ne anlam ifade ediyor?

Boynuna ip geçirerek hayata “elveda” diyen, ya da arabasıyla giderken “kaza” geçirip ölen bir kişinin, ömrünün o son anını bir saniye geriye alabilmesi mümkün mü?

Tabi ki hayır!

Peygamber Efendimiz bir hadisinde; “Allah’ım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Ölmek benim için daha iyi ise canımı al!” diyerek ölümü ne kadar anlamlı hale getirmiş değil mi?

Ne mutlu bizlere ki, “hayır ve şerrin” Allah’ın takdiri ilahisi olduğuna inanan ulvi bir din anlayışına sahibiz. Ölüm, kıldan ince kılıçtan keskin bir an, bir lahza. Nefes alıp veren bir canlı, işte o an bu dünyayla tüm bağını koparıyor, her şey birdenbire duruyor ve sessizleşiyor. Bu dünyadan ölüm neticesinde ayrılan her canlı, bir başka aleme geçiş yaparken, geride kalan sevenleri onun acısına alışmaya çalışıyor.

Denilir ki; Allah, ölüm acısını dağlara vermiş, dağlar taşıyamayıp yıkılmış. Nehirlere vermiş, nehirler ağlamaktan kurumuş. Rüzgârlara vermiş, rüzgârlar esmiş esmiş tükenmiş. En sonunda hepsi dile gelip, “Al bu acıyı, dayanamıyoruz.” diyerek Allah’a yalvarmışlar. Allah ölüm acısını onlardan almış, biz insanlara vermiş. İnsanoğlu arsızmış. Çabuk unuturmuş, çabuk alışırmış. Dağları yıkan, nehirleri kurutan, rüzgârları tüketen ölüm acısı, insanı tüketememiş. İnsan, acının ilk haliyle kavrulmuş, kavrulmuş, kavrulmuş, ama zamanla alışmış.

Evet, insanoğlu alışıyor. Zor oluyor ama alışıyor ya da alıştığını zannediyor ya da alıştığı hususunda kendi kendini kandırıyor.

Babamı kaybetmenin üzerinden koca bir 15 gün geçti.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, babamın beyin kanaması geçirip 100 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra tekrardan dünyaya gözlerini açıp, bizlerle beraber bir 15 yıl daha yaşamasının değerine paha biçemiyorum.

Anlayacağınız, biz o “ölüm” anını 15 yıl geriye alabilmeyi başaran ve sevdiği ile yeni bir hayat süren ender kişilerdeniz. Bu noktada annemin katkılarını hiçbir insan evladı göz ardı edemez. Dünyanın en vefakâr eşi ve annesi ünvanını ziyadesiyle hak eden annemiz, adeta bir çocuk gibi babamıza baktı, onun her türlü ihtiyacını giderdi. Beraberce dolaştı, onunla birlikte nefes alıp verdi ve kelimenin tam anlamıyla kendisini 15 yıl boyunca ona hapsetti. Babamım başucundan bir dakika ayrılmadı, onu bir an olsun yalnız bırakmadı.

PeBabamızın hemen her rahatsızlığında Mecidiyeköy Çevre Hastanesi’nin kapılarını ardına kadar açan ve ona her türlü imkânı sunan dostu, arkadaşı ve dünürü Suphi Aşıcıoğlu amcamız ile Aysel Aşıcıoğlu teyzemizi ve onların çocuklarını ve çok saygıdeğer eşlerini unutabilir miyiz? Ya da Dr. Halil Aksu başta olmak üzere Dr. Muhittin Küllü, Dr. Adnan Helvacı, Dr. Hakan Evruke, Dr. Selahattin Yaman, Dr. İbrahim Halil Bozkurt’u unutabilmek mümkün mü?

Sadece onlar mı? Bir insana can vermek, canına can katmak için çalışıp çabalayan o kadar çok insan var ki. Fatma Kurt, Güler Sinanoğlu, Yasemin Kurum, Nazlı Can, Tuğba Gözlüklü, Seval Kalender, Hande Işık, Sibel Vatansever, Tuğçe Yaman, Nesli Esen Zengin, Kadriye Aysan, Murat Edin, İsmet Coşkun, Murat Sakallıoğlu, Semra Koç, Hasbi Konçi ve Özlem Şirin’i de unutmayacağız.

Unutmak ne kelime! Unutursak hakları bize haram olur.

Kanuni Sultan Süleyman ile Şeyhülislam Ebussuud Efendi arasında geçen meşhur bir yazışma vardır. Topkapı Sarayı’nın bahçesinde dolaşan Kanuni, armut ağaçlarının karıncalar tarafından istila edildiğini görünce Ebussuud Efendi’ye iki satır yazı yazıp ne yapılması gerektiğini sorar; “Dırahta (ağaç) ger zarar etse karınca, Günah var mı karıncayı kırınca?

Ebussuud Efendi, Kanuni’nin bu sorusuna aşağıdaki şekilde cevap verir; “Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkını alır karınca!”

Evet! Yarın herkes Hakk’ın divanına çıkacak ve bu dünyada yaptıklarının mükâfatını görecek. Babamızın hastalığında bize yardımcı herkese binlerce defa teşekkür ediyor, haklarını helal etmelerini bekliyoruz.

Vefa, iyi günde aynı masa etrafında oturup, gülüp oynayarak çay kahve içmek, yemek yemek değildir. Vefa, kendinizi çaresiz ve yalnız hissettiğinizde ve başınızı iki elinizin arasına koyup “şimdi ne olacak, bize kim yardım edecek?” diye düşündüğünüzde size uzanan eldir.

Vefa, cana can katmak, kedere ve üzüntüye ortak olmak, beraberce hislenmek duygulanmak, kucaklaştığınızda birlikte ağlamaktır.

Vefa, hiç tanımadığınız bir insanın üzüntüsü karşısında gözyaşı dökebilmektir.

Vefa, “kendinizi yalnız hissetmeyin, arkanızda biz varız” diyebilmektir.

Biz bunların hepsini Çevre Hastanesi’nde ziyadesiyle gördük. Babamızla beraber 15 yıl geçirebildiysek, onun elinden tutabildiysek, elini öpüp başımıza koyabildiysek, hayır duasını alabildiysek bunun tek sebebi öncelikle Allah’ın takdiri ilahisi, sonrasında ise Çevre Hastanesi’nin yoğun ilgi ve bakımıydı.

Kur’an-ı Kerim’in Mâide Suresi’nin 32. Ayeti işte bu vefakâr insanlar için nazil olmuştur; “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.”

Babamın canına can katan, tedavi eden, kucak açan, bakan, ilgilenen, bir damla su veren herkesten Allah binlerce defa razı olsun.

Son söz yüce Allah’a ait. Ankebut Suresi’nin 57. Ayetinde; “Her can ölümü tadacaktır.” diye açıkça söylüyor.

O’nun sözünün üzerine zaten tek bir kelime edilemez vesselam!

Dr. Mehmet Hakan Sağlam

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber