Anasayfa / Makaleler / YENİ BİR DARBE ADIM ADIM YAKLAŞIYOR…

YENİ BİR DARBE ADIM ADIM YAKLAŞIYOR…

(Article 175-18.06.2017)

Cumhurbaşkanı Erdoğan 17 Haziran 2017 akşamı basın mensuplarına verdiği iftar yemeğinde; “15 Temmuz’u yapanlarla çok işimiz var. Her yerden bir şeyler çıkıyor. Virüs bütün bünyeyi sarmış vaziyette. Bu işi öyle ufak tefek olarak ele alamayız.” diyerek FETÖ tehlikesinin devam ettiğini dile getirdi.

Dört gün önce “Erdoğan Öldürülecek” (https://www.mehmethakansaglam.com.tr/makaleler/erdogan-oldurulecek-5749.html) başlıklı bir makale yayınlamış ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği bu türden tehlike ve risklerin gerekçelerini sıralamıştım.

Bu hafta içerisinde CHP İstanbul Milletvekili ve Hürriyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’na, MİT tırlarının durdurulmasıyla ilgili görüntülerin Cumhuriyet Gazetesi’ne sızdırılmasına aracılık ettiği gerekçesiyle 25 yıl hapis cezası verildi.

CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu parti içindeki FETÖ’cülerin taleplerine daha fazla direnemeyip hemen piyasaya çıktı ve “Adalet” konusunu gerekçe göstererek Ankara’dan İstanbul’a yürümeye başladı.

Partinin ağır! toplarından Gürsel Tekin hemen bir tweet paylaştı; “Gandi sahaya indi”.

Gandhi’nin kim olduğunu ve neler başardığını bilmiyor olsak bunu yeriz. Ancak neyse ki; Hindistan’da kast sisteminden kaynaklanan ayrımcılığı son vermek, kadınlara özgürlüklerini sağlamak, halkın sırtındaki ağır vergi yükünü azaltmak, işçilerin, köylülerin yoksulluğunu gidermek uğruna defalarca hapse girip çıkan, sık sık açlık grevleri yapan bu adamı ziyadesiyle tanıyoruz. Üstelik Gandhi’nin yaptığı açlık grevleri bizim solcuların yaptığı ballı börekli, çaylı kahveli grevlere asla benzemiyordu. Adamcağız günler boyu ağzına tek lokma koymadığından bir deri bir kemik kalıyor, “ölümüm Hindistan’a feda olsun” diye feryat ediyordu.

Gandhi’nin 1930’da düzenlediği meşhur Tuz Yürüyüşü ile “çakma Gandi” Kemal Kılıçdaroğlu’nun makosen ayakkabıyla yaptığı dur-kalklı “adalet” yürüyüşü arasında ne amaç ne de hedef bakımından uzaktan yakından herhangi bir benzerlik bulunmamaktadır.

Gandhi bağımsız bir Hindistan kurmaya çalışırken, Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye’yi bir müstemleke devleti haline dönüştürmeye ve Batılı ülkeleri Türkiye’ye karşı müdahaleye davet etmektedir. Şahsi olarak Türkiye’deki solcu ve ulusalcı tayfanın “tatlı su Cumhuriyetçisi” olduğuna kanaat getirdim. “Laiklik”, “Cumhuriyet”, “Atatürk ve Mustafa Kemal” gibi kavramları salon toplantılarında sert ve uzun süreli alkış alabilmek için kullanan sol kesim, maalesef “milliyetçilik” kavramından uzaklaştıkça uzaklaşmıştır.

Hindistan’ı sömüren İngiliz yönetimi, kazançlı bir tekel oluşturmak amacıyla Hindistanlılara tuz üretimini yasaklayınca 1930’da Tuz Yürüyüşü’ne başlayan Gandhi, Ahmedabad’dan yola çıkıp Hint Okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne varıncaya kadar tam 388 kilometrelik bir mesafeyi “çıplak ayakla” 24 günde tamamlamıştı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Yarın Demokrasi Yürüyüşümüzü Başlatacağım!” şeklinde anons ettiği duyuru afişinin arka planında yer alan “üniformalı askerler” fotoğrafı ise oldukça tehlikeli mesajlar veriyor. İşin garip tarafı, söz konusu afişte askerlerin kullanılmasına Genelkurmay’dan ve asker kanadından tek bir laf edilmemesi!

Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü İstanbul Maltepe’de 14 Temmuz 2017 tarihinde sonlanacak. 15 Temmuz’da ise Türkiye genelinde geçen sene yaşanan askeri kalkışmanın unutulmaması için bir hafta sürecek demokrasi nöbetleri başlayacak ve çeşitli anma toplantıları düzenlenecek. CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu önderliğinde yapılan bu yürüyüş, bundan 4 sene önce Mısır’da Tahrir ve Adeviyye meydanlarında yaşanan olaylara benzer bir toplumsal tetikleme yaratabilir.

Mısır’da seçimle iş başına gelen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi 30 Haziran 2012’de yemin ederek görevine başlamış, Mursi’nin seçilmesini hazmedemeyen muhalif laik kanat ise hemen devreye girip, Mısır Yüksek Seçim Kurulu vasıtasıyla parlamento seçimlerinin yapıldığı kanunun geçersiz olduğu gerekçesiyle meclisin feshedilmesi yönünde karar çıkartmıştı. Ancak Muhammed Mursi, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının geçersiz olduğunu duyurmuş ve 11 Ekim 2012’de Başsavcı Abdulmecid Mahmud’u görevinden almıştı.

Aralık ayından itibaren Mursi’nin etrafı yavaş yavaş boşaltılmaya başlanmış, Mursi tarafından göreve getirilen danışman ve başkan yardımcılarından 10 tanesi 17 Şubat 2013’de istifa ettiğini açıklamıştı. Bundan iki ay sonra Mursi’nin hukuk danışmanı Muhammed Fuad Cadullah istifa etmiş, Mursi karşıtları 28 Haziran 2013’de Tahrir Meydanı ve İttihadiyye Sarayı etrafında gösteriler düzenlerken, Mursi yanlıları da Kahire’nin doğusundaki Rabiatu’l Adeviyye Mescidi yakınında gösteriler düzenlemişti.

1 Temmuz 2013’de bu defa hükümetin 10 bakanı istifa etmiş, aynı gün Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi siyasi krizin çözümü için ordunun hükümete 48 saat süre tanıdığını duyurmuştu. Neticede bu duyurudan iki gün sonra Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi, mevcut anayasayı askıya aldığını ve seçim yapılıncaya kadar Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur’un Cumhurbaşkanlığı görevini yürüteceğini açıklamış, yaptıkları müdahalenin gerekçesini ise: Halkın, orduyu göreve davet ettiğini hissettik diye savunmuştu.

Bir yıl önce aldığı % 52’lik oyla Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursi’nin, aradan sadece bir yıl geçtikten sonra “giderek otoriter bir tavır aldığı, laikliğin ve hukukun üstünlüğünü tanımadığı” gerekçesiyle istifaya zorlanması sizlere bir şeyler hatırlatıyor mu?

Yargı ve Ordu ekseninde organize edilen Mısır’daki askeri darbesinin işleyişi, Türkiye’deki sistemle birebir benzer özellikler taşıyor.

28 Şubat sürecinde Hükümeti devirmeye yönelik kumpas çalışmaları içerisinde YÖK, Üniversiteler, basın ve medya grupları, işadamları, yargı mensupları, dernekler, oda ve birlikler yer almamış mıydı?

28 Şubat sürecinde görev yapan Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş ve Abdurrahman Yalçınkaya gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları ile Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete Yüksel tarzındaki hukukçu tiplerini hafızanızı zorlayarak lütfen gözlerinizin önüne getirin.

Seçimlerde istedikleri sonucu elde edemeyen cüppeli ve üniformalı Kemalist ve Ulusalcı geçinen hasta ruhlu tipler, basın ve medya kuruluşlarına servis edilen sipariş yazılara ve internet bilgilerine dayanarak AK Parti’ye kapatma davası açmamışlar mıydı?

2008 yılında tanzim ettikleri yargı darbesinde başarısız olan bu derin yapılar, uygun zamanı sabırla beklemiş, 31 Mayıs 2013 Gezi Olayları esnasında sosyal medyayı kullanarak halkı darbeye ortak etmeye çalışan bu yapı, 17/25 Aralık 2013’de ise yargı ve emniyet üzerinden yeni bir atak yapmışlardı.

15 Temmuz 2016 FETÖ darbesinden hemen sonra ordu ve emniyet başta olmak üzere devletin tüm kurumlarından on binlerce kişi tasfiye edilip, tutuklandı. Ancak FETÖ mensupları devlet kurumlarından tasfiye edilirken, ikinci ve asıl tehlikeyi göz ardı ettiğimize inanıyorum.

FETÖ mensuplarının tasfiyesi, ordu içerisindeki Kemalist, Ulusalcı, NATO’cu ve İttihat Terakkici grupları güçlendirdi ve halen de güçlendirmeye devam ediyor Bu gruplar şimdilerde derinden derine safları sıkılaştırıyor, 15 Temmuz darbesinin yarattığı rüzgârı arkalarına alarak yelkenleri şişirdikçe şişiriyor.

Adalet” sloganıyla Ankara’dan yola çıkıp İstanbul’a ulaşan kalabalığın, Erdoğan yanlısı gruplarla karşılıklı çatışmaya girmesi ve bu karışıklığı bahane eden ordu ve emniyet içindeki Kemalist, Ulusalcı, NATO’cu ve kripto FETÖ mensuplarının darbe yapması hiç de uzak bir ihtimal değildir. Tıpkı Tahrir ve Adeviyye meydanlarında karşı karşıya gelen Mursi yanlısı ve Mursi karşıtlarının çatışmaları sonrasında Mısır Ordusu’nun iktidara el koyduğu gibi.

Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul yolunda yürümesi hiç de hayra alamet değil.

Kılıçdaroğlu, FETÖ lideri Fethullah Gülen ve onun hamisi konumundaki ABD derin devletinden gereken sinyali almış görünüyor.

Olası bir darbe hangi grup veya fraksiyon tarafından yapılırsa yapılsın, bu darbeye ilk desteği Amerika Birleşik Devletleri, AB ülkeleri, İsviçre, Vatikan, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin vereceğinden emin olabilirsiniz. Üstelik darbeyi bu defa gece saat 22.00’de değil, sabaha karşı saat 03.00’de insanlar yataklarında uyurken gerçekleştirecekler.

15 Temmuz 2016 günü yaptıkları hataları ise bir daha asla tekrarlamayacaklar.

İnternet bağlantıları kesilecek, GSM, TV ve radyo kanallarının uydu yayınları ve dijital platformlarına el konulup susturulacak, her sokağın başına bir cemse asker yerleştirilip sokağa çıkma yasağı ilan edilecek ve davudi sesli bir spiker bulunup; “Türk Silahlı Kuvvetleri aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azalmaya, azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır. Türk milletinin emrinde bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır. Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşların tahriklere kapılmaksızın sükûnet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmeleri ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamaları gerekmektedir.” şeklinde bir bildiri okutulacaktır.

Tıpkı 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde olduğu gibi. Darbenin evreleri de muhtemelen şu şekilde olacaktır;

İlk aşamada; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bakanlar başta olmak üzere tüm siyasi parti liderleri gözaltına alınacak ve muhtemelen kimsenin ulaşmaması ve geçmişten ibret alınmasına yönelik gözdağı vermek amacıyla Yassıada gibi izole bir yerde tutuklu kalacaklardır.

İkinci aşamada; darbeyi yapan Ulusalcı, Kemalist veya NATO’cu gruplar, daha ilk andan itibaren devlet içindeki kripto FETÖ mensupları tarafından ele geçirilip pasifize edilecek ve kontrol tamamen Fethullah Gülen’in eline geçecektir.

Üçüncü aşamada; Erdoğan taraftarlarının karşı darbe yapıp Sayın Erdoğan’ı tekrardan iktidara getirmemesi için, başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı olmak üzere tüm önemli isimler ve asıl darbeyi yapan Ulusalcı, Kemalist ve NATO’cu subaylar A’dan Z’ye infaz edilecektir.

Sonra mı?

FETÖ kontrolündeki ordu ilk iş olarak; tutuklu durumdaki tüm FETÖ mensuplarını serbest bırakıp görevlerine iade edecek, sayısız tutuklama ve yargısız infazlar gerçekleştirecek, İran İslam Devrimi’nden sonra devleti idare etmeye başlayan Devrim Muhafızları gibi, Fethullah Gülen cemaatinin abla ve abileri, mahrem ve na-mahrem imamları Türkiye’nin tüm kurumlarına yönetici olarak atanacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” yürüyüşü, CIA, NSA, BND, MI6, DGSE, MOSSAD gibi yabancı istihbarat kurumları tarafından planlanan, FETÖ tarafından finanse edilip desteklenen ve Türkiye’yi adım adım askeri darbeye götürecek büyük bir organizasyondur.

Bundan sonra millete uyku haram. Herkes uyanık olmalı.

Yoksa ortada ne Türkiye kalır, ne nefes alacak havamız, ne de gömülecek toprağımız.

Ancak tüm bunlara rağmen Türk halkının çok önemli iki servetini unutmamak lazım. Allah’a olan inancını ve vatanı için seve seve ölüme gidip “şehitlik mertebesini” Peygamber efendimize komşu olabilmenin aracı olarak görmesini.

Şu bir gerçek ki; 15 Temmuz darbesini 12 saat içerisinde terse çeviren bu millet, benzer durumlarda ne yapacağını artık çok iyi biliyor.

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

3 Yorumlar

  1. Mehmet Emin Aydınbaş

    Bu tur kehanetleri uluorta yapmanın sakıncalarını ekonomi üstündeki etkilerini düşünebiliyormusunuz. Yazınız adeta “Hırsıza yol göstermek” gibi olmuş. Bu devletin bir Hükümeti var, Polisi var, istihbaratı var, yargısı var.
    Herhalde bu kurumlar bütün bu tehlikleleri dikkate alıp gereken tedbirleri alıyorlar.
    Bu tür yazılar toplum psikolojisini bozar darbecilerin ekmeğine yağ sürer. Saygılarımla

    • Su uyur düşman uyumaz.Evet 15 Temmuz bize bunu bizlere acısıyla gösterdi.Lakin bizlerin bu durumda neler yapılacağı konusunda bir bilgilendirme yapılması gerekmezmi?Herhalde bu kadar aciz geğilizdir.DİKKAT DİKKAT!

  2. Muzaffer Durmuş

    Sn Aydınbaş’a katılmıyorum. Bu yürüyüş başlı başına tertiplenmiş gâyet açık seçik büyük bir taarruz ve tuzaklamadır. Yürüyüş İstanbul’a ulaşmadan yolda önü kesilmelidir. Fırsat verilmemelidir. Makalede geçen kaygı ve düşüncelere tamamıyla katılıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber