Anasayfa / Makaleler / “MEHDİLİK YETMEZ, PEYGAMBER ZATEN BENİM, İLÂHLIĞA YOK DEMEM!”

“MEHDİLİK YETMEZ, PEYGAMBER ZATEN BENİM, İLÂHLIĞA YOK DEMEM!”

(Article 165-20.05.2017)

Geçen hafta başında “Allah ve Din Düşmanı Kâfir Hadisçiler” başlıklı bir makale kaleme almış ve Peygamber Efendimizin ağzından çıktığı kastedilen yüzlerce “uydurma” sözün varlığından bahsetmiştim. “Hadis”, doğrudan doğruya Peygamberimizin ağzından çıkan söz olduğundan, tamamen uydurma ve yalan sözlerden ibaret olan saçmalıklar için “Hadis” kelimesini özellikle kullanmayacağım.

Uydurma sözlerin sayısı o kadar fazla ki inanamadım. Buhari, Tirmizi, İbn Mace, Müslim, Hanbel, Ebu Davud, Nesâî ve daha pek çok İslâm aliminin kitaplarının içerisine serpiştirilmiş, çoğu Şia kaynaklı birbirinden ilginç o kadar çok sayıda “uydurma sözü” görünce, hadis kitaplarının karbon testine tabi tutulup, gerçek yazılış tarihlerinin tespit edilmesine yönelik fikrimde israr ediyorum.

Birçoğu Türkiye’de olmak üzere dünya kütüphanelerinde 1300-1400 yıllık çok sayıda İslâmi eser var ki bunların önemli bir kısmı hadis ve fıkıh kitabı niteliğinde. İçerisinde şüpheli hadis ve ayet bulunan tüm kitapların grafolojik, kimyasal ve fiziksel incelemeden geçirilerek, gerçek yazılış tarihlerinin tespit edilmesi büyük bir önem arz ediyor. 700 yılında yazıldığı iddia edilen bir hadis kitabının, mürekkep ve kağıt özellikleri yönünden 1400 yılında yazıldığı ortaya çıkarsa ne olur?

Böyle bir durum, bu kitabın bazı sahtekârlar tarafından bilinçli olarak hazırlanıp piyasa sürüldüğünü göstermez mi?

Bundan beş yıl önce bir savcının daveti üzerine Eyüp Adliyesi’ne gittiğimde dava dosyasının birinden bir senet çıkartıp, “hocam bu senedin 12 yıl önce yazılıp yazılmadığını nasıl anlarız?” diye bir soru sordu. Ben de böyle bir soruya bakarak karar veremeyeceğimi, ancak eğer isterse son derece bilgili bir matbaacı arkadaşımı buraya çağırabileceği söyledim. Arkadaşımı çağırdım, sağ olsun hemen geldi ve senedi eline alır almaz birbiri peşi sıra elindeki kağıdın hikayesini anlatmaya başladı. Öncelikle bu kağıdın Finlandiya menşeli bir kağıt olduğunu ve sadece bir firma tarafından üretildiği, şirketin bu cins kağıdı 2008 yılında üretmeye bağladığını, kağıt üzerindeki motiflerin baskı derinliğinden basım işleminin Heidelberg tarzı ağır bir makine ile değil de daha hafif vuruş yapan yeni tarz baskı makinesiyle yapıldığını, mürekkebin yayılmayan özellikte olduğunu, kağıdın lazer destekli bir giyotinle kesildiğini söyledi ve netice olarak: “bu senet kağıdı 12 yıllık falan değil, birkaç yıl önce basılmış” dedi. Hatta tüm bu özellikleri bir arada barındıran 13-14 tane matbaa bulunduğunu belirtip, utanmasa adreslerini bile verecekti. Hâl böyle olunca savcı bey hemen bir rapor hazırlamasını talep etti ve o rapora binaen söz konusu senet iptal edilip, belki bir veya birden çok kişinin hayatını karartacak bir sahtecilik işlemi ortadan kaldırılmış oldu.

Hadis kitaplarıyla ilgili olarak benim söylemek istediğim tam da budur. Önemli şahsiyetlere ait fıkıh ve hadis kitapları tarihin hemen her döneminde çok yüksek fiyatlardan alım satıma konu olmuştur. Eski dönemlerde kitap, kişilerin terekeleri içine konulması gereken önemli bir mal ve servet niteliğindeydi. Bazı kitapların 100-200 hatta birkaç bin altın karşılığında alınıp satıldığı tarih kitapları yazılı olduğu gibi, aynı durum günümüzde de devam etmektedir.

Kutsal emanetlerin Topkapı Sarayı’nda muhafaza edildiği herkesin malumudur. Osmanlı Sultanlarının, Peygamber Efendimize ve halifelere ait eşyalara mukaddes emanet gözüyle bakması ve bu eşyaları toplaması, birçok sahte eserin hazırlanıp Saray’a satılmak istenmesine yol açmıştır. Sahtecilik günümüzde olduğu gibi eski devirlerde de geçerli bir meslekti.

Bugün bile birçok hayalperest, 100-200 yıl önce hazırlandığı iddia edilen ve mükemmelce hazırlanmış sahte define haritalarına uçuk kaçık paralar vermiyor mu?

Buhari, Tirmizi, İbn Mace, Müslim, Hanbel, Ebu Davud ve Nesâî gibi İslam düşünürlerine ait yüzlerce yıllık orijinal bir kitabı elinize alıp da heyecan duymayacak kaç kişi vardır ki? Ancak bu kitapların, el yazısıyla profesyonelce çoğaltılmış ve piyasa sürülmüş olup olmadığını bilimsel olarak ispat edemediğimiz takdirde hadislerin “sahih” olduğunu iddia edemeyiz.

Allah ve Din Düşmanı Kâfir Hadisçiler” başlıklı makalemi yayına koyduktan hemen sonra bir takım sosyal medya maymunları hemen devreye girdi ve “sen alim misin?”, “ne anlarsın sen hadisten”, “bilmediği gibi her şeyi birbirine karıştırmış” mealinde yorumlar yazmaya başladılar. Her sakallı keçiyi Abdurrahman Çelebi saymayacağımız gibi, her sakallıyı da dindar ya da alim saymayacağız.

Kendisini din alimi zanneden eblehlere, yazımı dikkatlice okumalarını tavsiye ediyorum.

Bundan 10 yıl kadar önce korsan kitap basımı oldukça revaçtaydı. Beyazıt’ta kaldırımın birinde tezgâh açan korsan kitapçıda Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” isimli romanı dikkatimi çekti. Ben bu romanı lise yıllarımda okumuş ve çok etkilenmiştim. O yıllarda okuduğum kitap bayağı kalın olmasına rağmen, benim yolda gördüğüm oldukça inceydi. Kitabı elime aldım, evirdim çevirdim, acaba yazılarımı daha mı küçük diye baktım, hayır her şey normaldi. “Bu kitap niçin ince?” diye sorduğumda cevap oldukça ilginçti; “abi bu kitap kısaltılmış roman özeti”. “Suç ve Ceza”nın neyini kısaltabilirsiniz ki? Efendim bu okumaktan sıkılan kişiler için hazırlanmış özet romanmış. Olacak iş değil. Dostoyevski, sırf böyle bir nedenle kitabının kısaltıldığını duysa, mezarından fırlayıp bunu yapanların yakasına yapışırdı.

Dikkat ediyor musunuz aslında hayatımızdaki her şeyi özetlemeye alıştık. Şu an için en fazla kullandığımız cep telefonlarında bile birbirimize mesaj atarken “kısaltma” yapma yoluna gitmiyor musunuz? Hep topu beş tane harfe basacağız o bile gözümüze geliyor. Teşekkür yerine “tşk”, tamam yerine “ok”, öptüm yerine ise daha çok öpücük işareti kullanılıyor.

Bundan bir yıl kadar önce İstanbul’da AK Parti’nin önemli bir ilçe başkanını ziyarete gitmiştim. O sırada çantamda bulunan kendi kitabıma gözü çarptı imzalayarak vermemi rica etti. Bu talebi geri çevirmedim ve “Yeni Türkiye Kurulurken Ortadoğu’daki Son Kale” isimli kitabımı kendisine takdim ettim. Sonra aradan birkaç ay geçti. Kendisiyle bir yerde karşılaştık ve kitabı nasıl bulduğunu sordum. Verdiği cevap oldukça manidardı; “benim üniversiteye devam eden bir yeğenim var, okuyup bana özetini getirecek” dedi. Ben de bunun üzerine; “İçinde, birbirinden tamamen farklı 60’dan fazla makale bulunan ve 580 sayfadan oluşan o kitabı okuyup özetini çıkartacak öğrenciye üniversite diplomasını peşinen veririm” diye cevap verdim.

Amerika’da “Ghost Writer” olarak isimlendirilen bir meslek var. Örneğin bir hikâye kitabı veya roman mı yazmak istiyorsunuz? Eli kalem tutan birisine gidiyorsunuz, bastırıyorsunuz parayı ve kafanızdaki hikâyeyi ona yarım saat bir saat anlatıyorsunuz. Bu aşamadan sonra “Hayalet Yazar” kitabı yazmaya başlıyor ve aradan üç beş ay geçtikten sonra söz konusu hikâye veya romanı getirip teslim ediyor. Tabi tüm telif haklarını devredeceği ve ileride bu konuda herhangi bir beyanatta bulunmayacağı kaydı şatıyla. Ondan sonra veriyorsunuz matbaaya, sanki kendiniz yazmış gibi eşe dosta dağıtıyorsunuz. Ne kadar güzel bir kitap yazarlığı değil mi?

Başkalarına kitap veya tez yazdırıp üzerine ismini yazdıranlar, kitap okumadığı halde “kitap özetçilerine” özet hazırlatıp onu okuyanlar, başkasının yerine sınava girenler, sınav sorularını çalıp cemaat mensuplarına dağıtanlar, hak yemeyi ve başkalarının önüne geçmeyi meziyet sananlar, vergi kaçıranlar, devleti dolandıranlar, hadislerle oynayanlar, dini araç olarak kullananlar, yanmaz kefen yapıp pazarlayanlar, Mehdileşenler, Peygamberleşenler ve hatta ilâhlaşanlar!

Fethullah Gülen denilen hain, geçen hafta içinde örgüt üyelerine yeni bir talimat gönderdi ve mesajında; “Mercan adalarına balıklama dalın, boğulma olacaksa bu şekilde olmalı” diyerek intihar veya kamikaze saldırısı emri verdi.

FETÖ mensubu Tuncay Opçin’in 8 Mayıs 2017 tarihinde attığı tweet de bu meczubun talimatını doğrular mahiyette; “Hizmet, önümüzde ateşten bir deniz var atlarınızı ateşe sürün’ dese tartışmadan yapmamız gereken bir dönem”.

Şimdi sizlere soruyorum; “Örgüt mensupları bu adamı ne olarak görüyor? Mehdi mi? Peygamber mi? İlâh mı?

Bu yazdığım insan tiplemelerinin hepsi bizde mevcut.

Sahi biz ne zaman ve nasıl bu kadar bozulduk?

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir yorum

  1. Çapsız SEYİR

    Hocam burada verilen bir mesaj var.
    Kızıldeniz ve Mısır
    Yani bir yönlendirme var alternatif olarak
    Bilmem anlatabildim mi?
    Çapsız Seyirci Emekli Astsubay

    Fethullah Gülen denilen hain, geçen hafta içinde örgüt üyelerine yeni bir talimat gönderdi ve mesajında; “Mercan adalarına balıklama dalın, boğulma olacaksa bu şekilde olmalı” diyerek intihar veya kamikaze saldırısı emri verdi.

    FETÖ mensubu Tuncay Opçin’in 8 Mayıs 2017 tarihinde attığı tweet de bu meczubun talimatını doğrular mahiyette; “Hizmet, önümüzde ateşten bir deniz var atlarınızı ateşe sürün’ dese tartışmadan yapmamız gereken bir dönem”.

    Şimdi sizlere soruyorum; “Örgüt mensupları bu adamı ne olarak görüyor? Mehdi mi? Peygamber mi? İlâh mı?”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber