Anasayfa / Makaleler / HİÇLİKLER ÜLKESİNİN YALANCI VE RİYAKÂRLARI…

HİÇLİKLER ÜLKESİNİN YALANCI VE RİYAKÂRLARI…

(Article 127-05.01.2017)

Küçük çocukken bu sözü sıkça kullanırdık. “Tavşana kaç tazıya tut” sözü daha çok ikili oynayan, tanıdığı kişinin arkasından iş çeviren kişiler için kullanılırdı. Irak ve Suriye’de bu oyun yıllardır oynanıyor. Hem de en ahlâksız şekilde.

Suriye özelinde Ortadoğu’da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Türkiye ve Rusya’nın Suriye konusunda ezberleri bozan açıklamaları, kalıcı ateşkesi sağlamaya yönelik girişimleri, Türkiye ve Rusya tarafından ABD’nin Ortadoğu denkleminin dışına itilip adeta görmezden gelinmesi çok basit izah edilebilecek olaylar değil.

Suriye krizi altıncı yılına girdi. Altı yıldan beri Amerika’nın peşine takılıp Ortadoğu’da parsa kapmaya çalışan 63 tane devlet bozuntusunun anlamadığı çok önemli husus var ki, bugün denklemin dışında kalmalarının esas sebebi de zaten bu.

Batının diplomatik zekâ genetiği, bugünden geriye gitseniz toplamda 400 yılla sınırlıdır. İngiltere, Fransa, Hollanda başta olmak üzere Batı ülkelerinin ulus devlet haline dönüşmesi 1600’lü yılların başında gerçekleşmiştir. İtalya ve Almanya’da ise, feodal yapıların sona erip ulus devletlerin kurulması çok daha sonraları 1870’li yıllarda olmuştur. Bizdeki aşiret ve ağa yapılanmasına benzer şekilde, “senyör” olarak isimlendirilen kişilerce idare edilen Avrupa’da hemen her köy ve kasabanın kendince bir “feodal beyi” veya “kralı” vardı.

Ancak Ortadoğu coğrafyasında, bu topraklar üzerinde medeniyet kuran devletleri alt alta yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Sümer, Asur, Babil, Fenike, Mısır, Arap, Pers, Roma, Memluk, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin, bu topraklarda 5000 yıl içinde olgunlaşan diplomatik ve politik zekâsını hiçbir ülke görmezden gelemez. Bu topraklarda binlerce yıldır sayısız savaşlar yaşandı, ülkeler sürekli olarak el değiştirdi ama işin sonunda herkes el sıkışmasını ve barış içerisinde yaşamayı becerdi.

Olaya bu açıdan baktığımız takdirde, Rusya ve Türkiye’nin Suriye konusunda niçin el sıkıştığını ve sorunun çözümü konusunda hızlı adımlarla nasıl ilerleme kaydettiğini daha iyi anlayabiliriz.

Bundan iki yıl önce bir makale kaleme almış ve “Bu coğrafyasının delisi!” olarak nitelendirdiğim iki liderden bahsetmiştim. Bu delilerden birisi Putin idi. Sovyet Rusya’nın eski ihtişamını teessüs etmek için derinden ve sessizce, SSCB’den ayrılan diğer ülkelerle stratejik işbirliği kurma yoluna giden Putin, Rusya Federasyonu’nu kurmayı başardığı gibi enerji konusunda önemli bir tedarikçi olarak stratejik önemini tüm dünyaya hissettirdi. Tabi bu işi tek başına değil, bu coğrafyanın bir diğer delisi! ve Türk tarihinin son 100 yılda yetiştirdiği en büyük lider olan Erdoğan sayesinde başardı.

2002 yılında Eski Türkiye’yi “hiçlikler ülkesi” şeklinde devir alan Erdoğan, geçen 14 yıl içerisinde ülke de inanılmaz dönüşümlere imza attı. Köprüler, demiryolları, bölünmüş yollar ve otobanlar, havalimanları, deniz altı tünel geçişleri, İran-Azerbaycan-Rusya ve Irak’tan başlayıp Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan petrol ve doğalgaz boru hatları Yeni Türkiye’yi yarattı.

Erdoğan’a yönelik saldırıları artık görmeyen, duymayan, bilmeyen kalmadı. Sadece son 3 yıl içerisinde birbiri peşi sıra yaşanan Gezi Olayları, 17/25 Aralık Yargı ve Emniyet Darbesi ve son olarak da 15 Temmuz Darbesi’nin gerçek amacı; “Erdoğan’ın düşürülmesi” ve eğer mümkün ise öldürülmesiydi. 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele darbeci askerlerce düzenlenen saldırı başka nasıl izah edilebilir ki?

Aslında Rusya’nın ve doğal olarak Putin’in içinde bulunduğu durum, asimetrik saldırılara maruz kalan Türkiye’nin durumundan hiç de farklı değil.

Şimdi sadece son 15 gün içerisinde yaşanan olaylara lütfen bir göz atalım; Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov FETÖ mensubu bir polis tarafından öldürülürken, Dışişleri’nde çalışan diplomat Petri Polşikov’un evinde ölü bulunması, önemli operasyonlara şahitlik ettiği düşünülen Rusya’nın NATO Denetçisi Yves Chandelon’un başından vurularak öldürülmesi, Kızıl Ordu Korosu’nu taşıyan uçağın Karadeniz’e düşmesi ve son olarak daha iki gün önce Rus enerji devi Rosneft’in ikinci adamı konumundaki Oleg Erovinkin’in arabasında ölü bulunmasına tesadüf diyebilir miyiz?

Türkiye ile Rusya’nın Suriye konusunda “mutabık” kalmasının üzerinden henüz 5 saat geçmişti ki, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen bir bilgi son dakika haberi olarak ajanslara düşüverdi. ABD, sudan bahanelerle 35 Rus diplomatı ülkeden sınır dışı etme kararı aldı ve ayrıca New York ve Maryland’de bulunan 2 Rus temsilciliğini de kapattı.

ABD ve Rusya arasında kılıçlar çekildi! Ancak bu savaşın esas nedeni tabi ki ABD’li diplomatların tacize uğraması değil. Esas mesele; Ortadoğu denkleminde ABD’nin by-pass edilip saha dışına itilmesi, hatta stadyumdan tekme tokat atılması.

Türkiye ve Rusya, 5000 yıllık medeniyet ve kültür birikimlerini diplomatik sahada profesyonelce konuşturunca, Batılıların ezberi bozuldu ve şimdi çaresizlik içinde “deli danalar” gibi ne yöne gideceklerini bilemez hale geldiler. Erdoğan ve Putin, Kafkas-Rus ve Ortadoğu coğrafyasında sergilenen Batı menşeli oyunların, kendilerini hedef aldığının çok iyi farkında. Erdoğan giderse Türkiye, Putin giderse Rusya bitecektir.

Batılılar, Putin’in olmadığı Rusya’yı üç günde 30 parçaya rahatlıkla böler. Erdoğan’sız bir Türkiye’de olacakları tahmin edebilmek bile mümkün değil.

Allah’a çok şükür ki bugünün Batı dünyasında devlet yönetebilme kapasitesine sahip lider bulunmuyor.

Doğu Almanyalı Papaz kızı Merkel, arkasına parti desteğini alarak Alman Şansölyesi olmayı başardı, ama Almanya’nın kurucusu Bismarc’ın kesip attığı tırnak bile olamadı.

İngiltere, Margaret Thatcher’dan sonra bir daha asla kuvvetli bir lider çıkartamadı.

Amerika, Ronald Reagan’dan başlayarak gerek baba-oğul Bush, gerekse Clinton ve Obama döneminde; kendi ülkesine bir kuruş para harcamadığı gibi, ülke kaynaklarını Irak, Afganistan ve Ortadoğu’da boş hayaller uğruna heba etti.

Fransa, son 70 yıldır De Gaulle gibi bir deha yetiştiremedi. Mitterrand, Chirac, Sarkozy ve Hollande ise salon erkeği olmaktan öteye gidemedi.

Avrupa’nın ne idüğü belirsiz geri kalan ülkelerini buraya yazmaya bile gerek yok. Avrupa ülkesi olarak isimlendirilen ülkelerin nüfus büyüklüğünü aşağıda sıralayacağım ki gerçek anlaşılsın.

Polonya 38.1 milyon, Romanya 21.6 milyon, Hollanda 16.4 milyon, Yunanistan 11.1 milyon, Portekiz 10.6 milyon, Belçika 10.5 milyon, Çek Cumhuriyeti 10.3 milyon, Macaristan 10.1 milyon, İsveç 9.1 milyon, Avusturya 8.3 milyon, Bulgaristan 7.5 milyon, Danimarka 5.5 milyon, Slovakya 5.4 milyon, Finlandiya 5.3 milyon, İrlanda 4.2 milyon, Litvanya 3.4 milyon, Letonya 2.3 milyon, Slovenya 2 milyon, Estonya 1.4 milyon, Güney Kıbrıs 800 bin, Lüksemburg 500 bin, Malta 400 bin nüfusa sahip.

Bu arada Avrupa’da nüfusu 40 milyonun üzerinde olan sadece 5 ülke bulunuyor ki bunlarda; Almanya 82.2 milyon, Fransa 63.8 milyon, İngiltere 60.6 milyon, İtalya 59.3 milyon, İspanya 47.1 milyon.

Abartı falan değil birinci grupta yer alan ülkelere 100’er tane Türk komandosu gönderdiğinizde, askerlerimiz bir gün sonra telefon açıp “biz buraları ele geçirdik, şimdi ne yapalım?” diye sorarlar.

Avrupa, Avrupa!” diye yere göğe sığdırılamayan ülkelerin hepi topu bu kadar işte. Bunları gözümüzde fazla büyütmeye gerek yok. Bu arada, bu ülkelerin neredeyse tamamında yaş ortalamasının 44.5 olduğunu, istisnalar dışında birçok ülkede nüfus artışının yerini gerilemeye bıraktığını unutmayalım.

Türkiye 29.3 yaş ortalaması ve hızla kalkınan ekonomisiyle Batılıların imrenerek ve kıskanarak takip ettiği bir ülke oluverip çıktı.

Avrupa içindeki etkinliğimizi hızla arttırmamız gerekiyor. Bu amaçla yurtdışında yaşayan anne-baba Türk çiftlerin yapacağı her çocuk için parasal yardım yapılması, bir devlet politikası haline dönüştürülebilir.

Ancak yapılması gereken çok fazla işimiz var. En başta da; Türkiye’nin yönetimsel anlamda geleceğini iyi planlamak geliyor. Geçen hafta Ankara’da çok değerli aile dostum Savcı Sayan ile beraberdim. Kendisini biraz karamsar ve endişeli görünce sebebini sordum. Söylediklerini noktasına virgülüne dokunmadan buraya aktaracağım ki iyi anlaşılsın. Savcı bey; “FETÖ kapsamında görevden alınan birçok kişinin şu an tutuklu olduğunu, ancak çok sayıda FETÖ mensubunun devlet kurumları içinde halen etkin makamlarda yer aldığını, kimi kime şikâyet edeceğini şaşırdığını, Allah uzun ömür versin Sayın Cumhurbaşkanı’na suikast yapılmasından endişe ettiğini, böyle bir durumda FETÖ mensuplarının kısa sürede devleti yeni baştan ele geçireceklerini ve Maazallah katliam yapacaklarını” dile getirdi.

Bu ülkede hakkı yenen insanların başında hiç şüphesiz Savcı Sayan geliyor” desem pek yanlış söylemiş olmam. AK Parti’nin çapsız meritokrat yapısı, toplumun hemen her kesimine hitap edebilen Savcı Sayan gibi bir insanı İzmir 2. Bölge’den 7. sıraya aday olarak yerleştirdi. En fazla 3 milletvekili seçilebilme ihtimalinin var olduğu bölgede, bir kişinin 7. sıraya konulmasının tek bir izahı vardır; “Sen bizim kanımızdan değilsin ve bizimle genetiğin uyuşmuyor, bizim için çalışabilirsin ancak içimize girmeyi hak etmiyorsun, bahçemizde oturabilirsin ama odamıza giremezsin”.

Savcı Sayan’ın gayret ve çabalarından dolayı AK Parti’nin İzmir’deki oyları önemli oranda artış kaydetti. Hiç hakları olmadığı ve zerre kadar çalışmadıkları halde, ilk sıradaki 3 kişi İzmir milletvekili olmaya hak kazandı.

Savcı Sayan, çok onurlu ve gururlu bir insan olduğu için, bu tür haksızlıkları asla dillendirmez. Fakat ben haksızlığa gelemiyorum; “Savcı Sayan’ın emekleri size haram olsun!”.

Yılın son gününde de Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Sayın Mehmet Demir ile beraberdim. Sayın Demir ile konuşmamızda, benzer endişeleri bu defa ben dile getirdim. Savcı Mehmet Demir, Gezi Olayları patlak verdiği anda, yanlış yapmamaları hususunda göstericileri uyaran ve gözaltı işlemlerinin başlayacağını açıklayan ilk kişiydi. O günlerde “Gezici Teröristleri” yere göğe sığdıramayan Merkez Medya’nın tetikçileri, Savcı Mehmet Demir’e hemen saldırıya başlamış, “bir Savcı nasıl olur da gençleri bu şekilde tehdit eder!” diye üzerine çullanmışlardı.

Derken 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi yaşandı. Bakanları, Hükümeti ve doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan’ı hedef alan tezviratlar günler boyu sürdü.

Savcı Mehmet Demir, gözünü karartarak yine TV kameralarının karşısına çıktı ve Fethullah Gülen denilen teröristin tetikçiliğini yapan yargı ve emniyet mensupları başta olmak üzere HSYK üyelerinin tamamını “ihanetle” suçladı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nu ifadeye çağırdığı gerekçesiyle hızlı bir şekilde İstanbul’dan Edirne’ye sürülen Mehmet Demir, 27 Mart 2014 tarihinde (bu tarihe lütfen dikkat edin) A Haber’de Sevilay Yükselir’in sunduğu “%100 Siyaset” programında; “HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’un HSYK içindeki “paralel yapı”nın kurucusu olduğunu, Cemaate mensup 3000 ila 3500 savcı olduğunu, bu kişilerin göreve alınmasında en önemli etkenin İbrahim Okur olduğunu, Hükümete karşı düzenlenen HSYK bildirisine imza atan 13 kişiden 10’unu İbrahim Okur’un seçtirdiğini ve bir darbenin adım adım yaklaştığını” ifade etti.

Savcı Mehmet Demir bu konuşmaları TV ekranlarında cesurca dile getirirken, koca Türkiye’de “tek bir tane savcı veya hakim veya Yargıtay üyesi veya Danıştay üyesi veya herhangi bir Allah’ın kulu”, Cemaat’in köpeği konumundaki HSYK üyelerinin ve emniyet mensuplarının gazabına uğramamak için korkudan ağzını bile açamıyordu.

Bugün bakıyorum da bazıları çıkıp o günler hakkında atıp tutuyor; “Efendim o günlerde Cemaate karşı şöyle mücadele etmişlerde, böyle konuşmalar yapmışlarda, cansiperane şekilde Devlet’i ve Hükümet’i korumuşlarda, şu şekilde direnmişlerde, Sayın Başbakan’a şöyle akıl vermişlerde, ölümüne kadar arkanızdayız Başbakanım demişlerde!”

Buradan açık ve net söylüyorum. Bu şekilde konuşanların tamamı YALANCIDIR, DÜZENBAZDIR.

Bu kişilerin tamamı, o günlerin gergin ortamında “Cemaat” aleyhinde tek kelime laf etmeyen, Fethullah Gülen’i “Muhterem Hocaefendi” olarak nitelendiren İKİYÜZLÜ RİYAKÂRLARDIR.

Gazete ve TV arşivleri ortada duruyor. “Vallahi o günlerde benden başka konuşan yoktu” diye orada burada dolaşan ŞAKLABANLARI, iddialarını ispata davet ediyorum.

Samimiyetinizi ve vatanseverliğinizi göstermek istiyorsanız “yemin billah” ederek ortalıkta dolaşmanıza gerek yok; Gazete ve TV konuşmalarınızı bize gösterin yeter.

Gerisi hikâye…

Savcı Mehmet Demir, 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi sırasında yaptıklarından dolayı zerre kadar pişmanlık duymadığını, “mesele memleket olunca gerisinin teferruat” olduğunu 15 Temmuz Darbe Kalkışması sırasında da açıkça ortaya koydu. Darbeciler gece 22,05’de Boğaziçi Köprüsü kesip, Atatürk Havalimanını ele geçirdiklerinde, Mehmet Demir hemen Bakırköy Adliyesi’ndeki odasına koşmuş ve saat 23,30 sularında Atatürk Havalimanı’ndaki 3 tank ve 9 darbeci subayı tutuklatıp, bu durumu TV ekranlarından duyurmuştu.

Savcı Mehmet Demir’in sergilediği cesareti, başka hiç bir savcı ve hakim maalesef gösteremedi.

Ben şimdi bu devletin etkili ve yetkili isimlerine soruyorum; Savcı Mehmet Demir’in ve Savcı Sayan’ın bu konumda mı olması gerekiyor?

Yalancılar, riyakârlar ve dalkavuklar bizim için daha muteberdir. Devletine ve milletine hizmet eden Savcı Mehmet Demir ve Savcı Sayan gibi kişilerin hakkı budur! diyorsanız, yazık ki ne yazık!

Dr. Mehmet Hakan Sağlam

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber