Anasayfa / Makaleler / AK PARTİ’DE KOPAN KAFALARDAN KULELER OLUŞACAK…

AK PARTİ’DE KOPAN KAFALARDAN KULELER OLUŞACAK…

(Article 152-17.04.2017)

Bundan iki hafta kadar önce “17 Nisan Sonrasında AK Parti’de Deprem Yaşanacak” başlıklı bir makale yayınlamış ve AK Parti teşkilatlarının yeter derecede çalışmadığından hareketle, çıkacak seçim sonuçlarının teşkilatlarda önemli tasfiyelere yol açacağını yazmıştım. Bu yazıyı herhangi bir şey duyduğumdan veya bildiğimden değil, teşkilatlarca sahada hiçbir faaliyet gösterilmediği için yazmıştım.

Anayasa maddelerinin değişikliğinin oylandığı referandum, Türkiye’de ki seçimlerin bundan sonra kıran kırana geçeceğinin ilk örneği olarak siyasi hayatımızdaki yerini aldı. 2016 Kasım’ında ABD’de gerçekleşen başkanlık seçimlerinde Trump ve Hillary arasında benzer bir mücadele yaşanmış, Trump 62,984,825 oy alırken, Hillary 65,853,516 oyda kalmıştı. Benzer durum Brexit oylaması sırasında İngiltere’de yaşanmış ve 17,410,742 (51.9%) kişi AB’den çıkma yönünde oy kullanırken, 16,141,241 (48.1%) kişi Avrupa Birliği’nin içinde kalma yönünde görüş beyan etmişti.

AK Parti, Refah Partisi ve Saadet Partisi tabanının %15 ilâ %17 arasındaki kemik oyunu arka cebinde taşıyarak ilk defa 2002 yılında iktidara geldi. 1994-2001 yılları arasında ülkeyi kör topal idare eden ANAP, DYP, DSP, Refah, Saadet ve MHP’li koalisyon hükümetlerinin başarısız icraatları, 1999 Marmara Depremi ve sonrasında giderek derinleşen köklü ekonomik sorunlar, AK Parti’nin iktidara gelebilmesi için gereken her türlü imkânı sağladı.

2002 genel seçimlerde dikkat çeken en önemli nokta Saadet Partisi’nin aldığı %2,49’luk oy oranıdır. “İslami Muhafazakâr” oylar AK Parti’nin kemik oyu haline dönüşürken, farklı siyasi düşüncelere sahip milyonlarca insanın oyu ise AK Parti’nin “geçici” veya “ödünç” oy veren kesimini oluşturdu. Sonraki yıllarda Erdoğan’ın partisi ekonomik ve sosyal konulara ek olarak, demokratikleşme konularında da başarılı olunca, “geçici” veya “ödünç” nitelikteki bu oylar zamanla “kalıcı” nitelik taşımaya başladı ve zaman içerisinde gelen ilavelerle partinin oy oranı %49,90’lara kadar yükseldi. Hatta 2013 Gezi Olayları ve 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi bile, partinin oyunu geriletmediği gibi aksine yükselmesine neden oldu.

Ancak 2011 yılından sonra AK Parti’de görünür bir değişim yaşandı ve Parti gittikçe kendi içine kapanmaya başladı. Milli Görüş kökenli kişiler el üstünde tutulup Parti’nin hemen her kademesinde etkin konuma getirilirken, geri kalan kitleler AK Parti’den dışlandıkça dışlandı.

7 Haziran 2015 genel seçimlerinin iki ay öncesinde AK Parti’ye çok yakın bir işadamını ziyarete gitmiş ve kendisine; “Sizler kendi içinize gittikçe daha fazla kapanıyorsunuz ve Milli Görüş kökenli olmayan kim varsa onların tamamını dışlıyorsunuz. Ben ilk oyumu 1983 yılında Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ne vermiştim. Sonraki yıllarda diğer partilere oy verdiğim de oldu. Ama ülkemin kısır siyaset döngüsünden kurtulması, ekonomik açıdan zenginleşmesi, itibarının artması ve büyüyüp kalkınması için 2002 yılından beri AK Parti’ye oy veriyorum. AK Parti’ye oy vermiş olmam benim Milli Görüş çizgisine yaklaştığım anlamına gelmez, gelmemeli de. Size göre iki türlü AK Partili var. Milli Görüş çizgisinden gelen “gerçek” AK Partililer ve bu görüşe mensup olmayan “çakma!” AK Partililer. Bizler sizin deyiminizle AK Parti’ye sonradan “kaynak” olan kişileriz. Amiyane tabirle bizlere “dönme” veya en iyi tabirle şu veya bu sebeple eski partisini bırakıp AK Parti’ye “kapaklanan” kişiler gözüyle bakıyorsunuz. Sizinle bizim genetiğimiz uyuşmuyor, dahası bizleri asla kabullenemiyorsunuz. Bunun hatalarını ve sonuçlarını genel seçimlerde çok acı şekilde yaşayacaksınız” demiştim.

Sonuçta 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde AK Parti büyük bir hezimet yaşadı ve meclis çoğunluğunu kaybetti. Daha sonra 1 Kasım seçimlerinde oylar tekrardan yükseldi ama bu yükseliş AK Parti’nin adayları değiştirmesinden ya da daha çok çalışmasından değil, istikrarın sürmesini isteyen Türk halkının ferasetinden kaynaklandı.

AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde 550 kişiyi aday olarak belirleyip bunlarla seçime girmiş, ancak bu adaylardan birkaç tanesi hariç neredeyse hiçbirisi seçim süresinde maalesef çalışmamıştı. “Saldım çayıra Mevlâm kayıra” misali kamuoyunu ikna etme görevi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sırtına yüklenmişti.

Türkiye’de belirgin olarak dört tip siyasetçi profili bulunuyor ve bu tipler kendilerini aynen şu şekilde tarif ediyor;

  • Bizler bu partinin kurucusuyuz. Ben demek “parti” demektir. Ben gidersem parti de hükümet de biter. Bir aksakallı olarak beni hiç kimse harcayamaz ve göz ardı edemez. Bu partide siyaset yapmak isteyen bizim tezgâhımızdan geçecektir. Ölünceye kadar milletvekili, bakan veya başbakan yardımcısı olmamı engelleyenin vay haline!
  • Benim bu partide siyaset yapıyor olmam bu parti için bir kazançtır. Benim arkamda cemaat var, aşiret var. Benim çalışmama gerek yok, iktidar olmak istiyorsa parti gereğini kendisi yapsın.
  • Benim bu partide siyaset yapmam lazım. Hem kendimin hem de yedi kuşak sülalemin geleceğini garantiye almam gerekiyor. Milletvekili veya belediye başkan adayı olabilmem için her imkânı değerlendirmem şart. Oy toplamak için kendimi zorlamama hiç gerek yok, parti zaten şapkayı aday gösterse seçiliyor. “Gelen ağam, giden Paşam” misali etliye sütlüye dokunmam, diz boyu yalakalık sergiler, ikbâl merdivenlerini üçer beşer tırmanabilmek için gördüğüm pis etekleri hem öper hem de yalarım.  
  • Ülkeme faydalı olmam lazım. Siyaseten tecrübeli olmayabilirim ama ideallerim var. Bilgi birikimimi ve deneyimlerimi topluma aktarmam lazım.

Bu politikacı tiplemelerinin ilk üç sırasında yer alanlar, Parlamento’nun neredeyse tamamını oluşturuyor. Dördüncü sırada yer alanlara ise ben henüz rastlamadım.

18 Maddelik Anayasa Değişikliği referandumu sürecinde, AK Parti’nin tüm birimlerinde tıpkı 7 Haziran 2015 seçimlerindeki gibi bir miskinlik mevcuttu. Sokaklarda ve meydanlarda asla seçim heyecanı yoktu. Sayın Erdoğan ve Sayın Binali Yıldırım her şeyi sırtlanmış durumdaydı.

On beş gün önceki yazımda da şunları yazmıştım;

Ey AK Partili Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanları ve Meclis Üyeleri! 

Ayıp ediyorsunuz! Yazık ediyorsunuz! Ekmek yediğiniz kaba pisliyorsunuz! Bu şekilde “Yan gel yat Osman!” tavrıyla oy toplayamazsınız. Türkiye’deki politik istikrar ve başarının arkasına saklanıp, çok önemli işler yapıyormuş pozlarına girmekten vazgeçin. Fındık kadar beyninizle ancak kendinizi kandırabilirsiniz. Ve şunu hiç unutmayın ki; ne yapıp yapmadığınızı herkes çok iyi biliyor.”  

AK Parti ve hükümet kadrolarında görev yapan kişiler bugün ciddi şekilde “metal yorgunluğu” yaşıyor. “Benim alternatifim yok, ben gidersem AK Parti biter, Türkiye çöker” düşüncesine sahip bu insanların değiştirilme vakti çoktan gelip geçmiştir. Unutmayalım ki koskoca bir yolcu uçağının düşmesine ve 350-400 insanın ölmesine sebep olan şey; metal yorgunluğundan dolayı mukavemetini kaybeden küçücük bir perçin parçasıdır.

Şu an itibarıyla sandıkların tamamı açılmış ve %51,4 oy oranıyla Anayasa değişikliği kabul edilmiştir. İstanbul ve Ankara gibi iki büyük şehirde ise EVET oyları %50’nin altında kalmıştır. Anlaşılan o ki, AK Parti ve MHP birlikteliği EVET oylarına herhangi bir katkı sağlamamıştır.

Bu sonucun ortaya çıkmasında Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Şükrü Karatepe isimli zatı muhteremin “eyalet sistemine geçilebileceğini” dillendirmesi ve Sayın Devlet Bahçeli’nin de seçimden iki gün önce katılmış olduğu bir TV programında bu konuyu eleştirmesi son derece etkili olmuştur. Gerek başdanışman olacak kişinin, gerekse Sayın Bahçeli’nin açıklamalarının son derece yanlış ve yersiz olduğu, bu talihsiz açıklamanın EVET oylarını % 2-3 puan gerilettiği bir gerçektir.

Gelelim %51,4’ün esas sorumlularına.

Üzülerek ifade ediyorum ki Referandum oylamasında %60 gibi rahat bir sonuç elde edilememesinin en bariz sorumluları; seçimde ilk defa oy kullanacak 18 yaş gençliğine hitap edemeyen, bu ülkenin önemli bir kesimini oluşturan Alevi kardeşlerimizi kucaklayamadığı gibi onları CHP’nin kucağına iten, belediyelerde ve bunların iktisadi işletmelerinde kendileri dışında hiç kimseye istihdam olanağı tanımayan, hepi topu 18 maddelik anayasa maddelerini halka izah etmekten dahi aciz, inandırıcılıklarını kaybetmiş, halka asla güven vermeyen ve Sayın Erdoğan sayesinde siyaseten ayakta kalan çapsız ve kifayetsiz Milli Görüş kökenli siyasetçi, bürokrat ve partililerdir.

Hükümet karşıtlarınca “Yandaş medya” olarak isimlendirilen televizyon kanallarına çıkıp, tartışma programlarında konuşma cesaretini gösteren insan sayısı inanın çok fazla değil. Hepsini toplasanız 20 veya 30 kişi ya çıkar ya çıkmaz. Refah Partisi tabanının %7-8’lik Milli Görüş oyları, bugün %52’lere ulaşmışsa bunun birkaç tane sebebi vardır.

Birinci ve en önemli faktör; Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Erdoğan’ın liderliği, Türk toplumunun ona duyduğu saygı, sevgi ve güven hiçbir şekilde tarif ve izah edilemez.

İkinci faktör; Türk halkının ferasetidir. 100 yıldır kaptanı olmayan bir gemi gibi, okyanusta kâh oraya kâh buraya savrulan bu halk, kanının son damlasına kadar ülkesini ve liderini korumayı kendine görev bilmiştir.

Üçüncü faktör olarak AK Parti’nin kendisini ve teşkilat kadrolarını söylemek isterdim ama maalesef böyle bir durum söz konusu değil. Çünkü Erdoğan dışında hiçbir siyasetçinin toplum nezdinde zerre kadar karşılığı yok.

Türk halkı AK Parti’ye sadece tek bir nedenle oy verip destekliyor ki o da; Erdoğan varlığıdır. Erdoğan’ın herhangi bir nedenle Türk halkına yeni bir partiyi hedef göstermesi durumunda (ki bu parti örneğin “Türkiye Yeşiller Partisi” dahi olsa), o partinin tek başına iktidara geleceğinden emin olabilirsiniz.

Gelelim üçüncü ve esas faktöre. AK Parti oylarındaki sıçramanın asıl nedeni; FETÖ mensuplarının, lumpenlerin, levantenlerin, beyaz Türklerin, masonların, askeri ve bürokratik vesayet sevdalılarının, juristokratların, İttihat Terakki kalıntılarının, fosilleşmiş Cağaloğlu dinozorlarının ve eski Türkiye sevdalılarının küçümseyerek baktığı ve asla kabullenemediği işte o 20-30 kişilik “yazar-çizer” kadrosudur.

Bu bir avuç insan, işini gücünü bırakıp, kanal kanal dolaşarak insanları EVET oyu vermeleri hususunda iknaya çalıştı.

Bu kişiler içerisinde yer almaktan hiçbir şekilde pişman değilim. Referandum sürecinde çeşitli şehirlerde düzenlenen konferanslara ve sayısız TV programına katılıp, onlarca makale kaleme aldım.

Söylediğimiz ve yazdığımız her söz, her cümle birilerini mutlaka ama mutlaka rahatsız etti. Hakkımızda açılan dava ve şikâyetlerin haddi hesabı yok. Şahsım adına konuşayım. A Haber’de yapmış olduğum bir programdan dolayı Bakırköy’de ve Çağlayan adliyesinde Basın Savcısı’na ifade vermek zorunda kaldım.

Hükümete ve Erdoğan’a destek veren Fuat Uğur, Cem Küçük, Ufuk Coşkun, Hilal Kaplan, Haşmet Babaoğlu, Ahmet Kekeç, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz, Ardan Zentürk, Turgay Güler, Mehmet Çelik, Erkan Tan, Savcı Sayan, Mehmet Hakan Sağlam, Mehmet Barlas, Engin Ardıç, Mehmet Metiner, Rasim Ozan Kütahyalı, Orhan Miroğlu, Merve Şebnem Oruç, Markar Eseyan, Abdurrahman Dilipak, Bekir Hazar, Ergün Diler, Fatih Tezcan, Süleyman Özışık, Sevil Nuriyeva, Cengiz Algan, Zeynep Bayramoğlu, Orhan Sali, Nilhan Osmanoğlu, Nagehan Alçı, Erdal Şimşek gibi gönül insanları bu kadar yoğun çalışmasaydı, çıkacak sonucun HAYIR olacağından emin olabilirdiniz. Bu arada Süleyman Yeni ve Gökhan Kahraman gibi sosyal medya haber yayıcılarının katkısını da hiç göz ardı etmemek gerekir.

Dün akşam katılmış olduğum bir TV programında seçim sonuçlarını değerlendirirken şöyle bir tespitte bulundum; “Ben ve benim gibi bir avuç insanın seçim sürecinde gösterdiği performansı maalesef AK Parti teşkilatlarının hiç birisi göstermedi. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde ne belediye başkanları, ne belediye meclis üyeleri, ne de AK Parti teşkilatları, ne kadın ve gençlik kolları zerre kadar çalışmadı. Partinin tüm birimlerinde büyük bir rehavet, tarifsiz bir isteksizlik ve heyecan yoksunluğu mevcuttu.”.

Sayın Yıldırım ve Sayın Erdoğan’ın danışman kadroları başta olmak üzere, hemen her kademe de çok ciddi bir temizlik yapması elzem hale gelmiştir. Seçimde hatası ve kusuru olan, çalışmayan, FETÖ ve diğer terör örgütleriyle işbirliği içinde olup pasif kalan, makamının ve ünvanının hakkını veremeyen ne kadar “çapsız” varsa hepsinin kellesinin alınması gerekiyor.

Kendisini, görev yaptığı il veya ilçenin ülkenin hakimi zanneden ve hiçbir iş yapmadığı halde, bıkıp usanmaksızın boş boş işler için günde birkaç yüz bin tane SMS mesajı gönderen belediye başkanları tanıyorum. Bırakın “HAYIR” oyu verecek kişileri ikna etmeyi, “EVET” oyu verecek kişileri ikna etmekten bile yoksun olan bu beceriksizlere ne zaman ve nasıl hesap sorulacak işte onu merakla bekliyorum.

Olmazsa ne olur?

AK Parti bir daha ki seçimde, şimdi almış olduğu oyu rüyasında bile göremez.

Bu arada merak ettiğim bir diğer konu, İstanbul Büyükşehir Başkanı Kadir Topbaş ve istisnasız tüm ilçe belediye başkanlarının seçim süresince neler yaptığı.

Sözüm ona Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül gibi ağır topların sergilediği tavır ise sanırım hiç bir zaman unutulmayacak.

Olan oldu, geçen geçti.

Bugün yeni ve güçlü Türkiye’ye uyandık.

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

 

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

2 Yorumlar

  1. Mehmet Bey medyada Nihat Doğan ismini de unutmayalım şahidiz ki değil Ak parti teşkilatları Ak Partili birkaç bakan hariç hepsinden daha çok çalışmıştır..

    • Kemal özarslan

      Çok doğru. Adam çaba harcadı. Teşkilatların sadece ziyaretle sınırlı çalışmaları oldu malesef

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber