Anasayfa / Makaleler / BU ÜLKEYİ KENDİ ELİMİZLE KENDİMİZ PARÇALAYACAĞIZ…

BU ÜLKEYİ KENDİ ELİMİZLE KENDİMİZ PARÇALAYACAĞIZ…

(Article 091-09.06.2016)

Dün 11, bugün 4 can daha gitti. Bir yerlerde yanlış yapıyoruz. Biz, insanlarımızı olması gerektiği şekilde eğitemiyoruz. Daha doğrusu eğitimin ne anlama geldiğini de tam olarak bilmiyoruz. İlköğretimden üniversiteye kadar giden süreçte tüm yükü eğitim kurumlarının sırtına yüklemeyi kendimize ilke edinmişiz. Hemen her kayıt döneminde “çocuğumu hangi okula yazdırayım?” şeklinde çok sayıda telefon alıyorum. Ben bu türden sorulara genelde “evinize en yakın devlet okulu hangisi ise oraya yazdırın” diye cevap veriyorum. Çoğu defa arkadaşlarım söylediklerimi dikkate almayıp çocuklarını özel okullara kaydettiriyor. Buraya kadar olanlar insanların kendi tercihi, bu konuda bana söz söylemek düşmez. Adamın çok parası varsa ve çocuğunu özel okulda okutmak istiyorsa bana ne ki?

Asıl önemli olan konu bu aşamadan sonra başlıyor. Veliler kucak dolusu para ödedikleri bu okullara sadece iki defa uğruyor; ilki kayıt sırasında sonuncusu ise eğitim kalitesiyle bire bir ters orantılı şatafatlı mezuniyet törenleri sırasında. Arada olup bitenden hiç kimsenin haberi yok. Çocuğu okula teslim ettik, parasını da peşinen ödedik ya gerisi hikâye. Yeter ki çocuklarımızdan kaynaklanan herhangi bir sorun duyup işitmeyelim. İyi de eğitim denilen şey bu değil ki. İstanbul Üniversitesi’nde yıllardır öğretim üyeliği yapıyorum. Eğitmenlik hayatım boyunca öğrencilerimi hep düşünceye teşvik ettim. Hiçbir zaman tekdüze ders anlatmadım. Üniversiteye yeni kaydolmuş birinci sınıf öğrencilerini iktisat sınavı yaparken ilave olarak bir tane soru sorar ve soruyu doğru cevaplayana ekstradan 25 puan vereceğimi söylerdim. “Kendinize göre bir demokrasi tarifi yapın ve sabahleyin banyoya girdiğinizde ne yaptığınızı bana anlatın” diye sorardım. Bu soruyu bugüne kadar belki yüzlerce sınıfa sordum. Çok alâkasız, lakayt, düşünce mahsulü olmayan aptalca cevaplar verenler olduğu gibi bu soruya mantıklı ve doğru cevap veren çocuklarda gördüm. Ancak doğru cevap verenlerin oranı hiçbir zaman yüzde üçü geçmedi. “Demokrasi özgürlüklerin eşit kullanımıdır, banyoya girildiğinde tuvaleti kullanıp sifonu çekerim ki, benden sonra tuvalete girenlerde klozeti temiz bulup kullanabilsin” mealinde cevap verenler 25 puanı kapardı. İktisatla hiçbir ilgisi olmayan bu soruyu sorma nedenim aslında hepimizin muzdarip olduğu bir konuyu çözümlemekti. Çünkü çocuklarımızın neredeyse tamamı okul tuvaletlerinde sifon çekmiyordu. Onlara; “arkadaşlar siz kendi evinizde tuvaletin sifonunu çekmiyor musunuz? Anneniz babanız size “çocuğum okulda, işyerinde ve ev dışındaki diğer mekanlarda tuvalete girdiğinizde sifonu çekmeyin, pis bırakın” mı diyor diye sorduğumda sınıfın tamamı; “Hayır hocam, niçin öyle desinler ki?” diye cevap veriyordu. İşte bu cevabı duyduğum an can alıcı soruyu soruyordum; “Peki arkadaşlar mademki anne-babanız size böyle bir tembihte bulunmuyor neden okulun tuvaletlerini pislik içinde bırakıyorsunuz?”. Bu sorudan sonra sınıftan çıt bile çıkmaz, okulun tuvaletleri ise o andan itibaren tertemiz olurdu.

2001 yılında çocuklarımı alarak Bursa’da birkaç gün tatil yapalım diye yola çıktığımızda otellerde yer bulamadık. 19 Mayıs tatiline denk geldiği için oteller doluymuş. Uludağ’da bir otelin resepsiyonunda oda sorgulaması yaparken uzaktan genç bir çocuk koşarak bana geldi ve İstanbul Üniversitesi’nden öğrencisi olduğunu söyleyerek hemen bize bir oda ayarladı. Beni görür görmez ilk söylediği şey; “hocam ilkokuldan üniversiteyi bitirinceye kadar aldığım tüm dersleri unuttum ancak sizin sorduğunuz “demokrasi ve tuvalet” sorusunu hiçbir zaman aklımdan çıkaramadım” cümlesi oldu. Eğitimde esas sorunumuz; neyi, nerede ve ne şekilde öğreteceğimizi bilemememiz.

Çocuklar iki-üç yaşlarında gök gürültüsü, elektrik süpürgesi gibi yüksek seslerden, üç-dört yaşlarında doktor, hırsız, öcü, dilenci, asker, polis ve karanlıktan, dört-beş yaşlarında köpek, yılan gibi hayvanlardan, düşüp yaralanmaktan, bir yerinin kesilmesinden, beş-altı yaşlarında cadı, hayalet, hortlak, hırsız ve yangından korkuyormuş. Ancak bir çocuğun en büyük korkusu hiç şüphesiz anne babasından ayrı kalmak. Farkında olmadan çocuklardaki korku duygusunu en çok yaratanlar ise maalesef anne babalarmış. Uyumayan ya da mamasını yemeyen çocuğa, “uyumazsan ya da yemek yemezsen öcüler gelir”, yaramazlık yapan çocuğa, “uslu durmazsan polis gelir seni götürür”, “yaramazlık yaparsan seni dilenciye veririm”, “şimdi doktor gelip iğne yapacak” gibi söylemlerle birçok korkunun temelleri atılıyormuş. Bazen de çocuğunu terbiye etmek için duygu sömürüsü yapan ebeveynlerin; “sen yaramazlık yaptın diye ben hastalandım”, “beni üzersen ölürüm, annesiz (babasız) kalırsın” tarzı yaklaşımlarda bulunarak çocukta anne babayı kaybetme korkusu yarattığına çoğumuz şahit olmuştur. Bazı aileler ise çocuklarını Allah ile korkutur; “şunu yaparsan taş olursun, çarpılırsın, Cehennem de yanarsın, Allah her yaptığını görüyor”.

Peki bir çocuğun ülkesine, milletine ve devletine olan sevgisini, din ve inanç kavramını nasıl güçlendireceğiz? Polis, asker, doktor ve hemşire gibi devlet hizmetlerini ifa eden insanları çocuklarımızın gözünde birer “öcü” ve “korku” unsuru haline dönüştürmek suretiyle devlete olan bağlılıklarını nasıl temin edeceğiz? İlkokuldan üniversite son sınıfa kadar kesintisiz şekilde verdiğimiz Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi dersi eğer gerçek anlamda başarılı olsaydı herhalde dünyanın en milliyetçi çocukları Türk çocukları olurdu. Ancak olmuyor. Yine benzer şekilde eğitim müfredatına her yıl İngilizce dersi koyarak İngilizce dersi öğretilseydi çocuklarımızın tamamı bülbül gibi İngilizce konuşurdu. Ancak bu da olmuyor ve maalesef dünyada yabancı dil eğitimi konusunda en geri milletlerden birisiyiz. Şunu anlatmak istiyorum; okul müfredatlarına Ahlâk dersi koyarak ahlâklı bir nesil yetiştiremeyeceğimiz gibi, 24 saat sürekli matematik dersi vermek suretiyle de matematiksel zekâya sahip bir nesil yetiştiremeyiz.

Eğitimde başarı denilen şey hemen her anlamda sistematik hareket etmekten geçmektedir. Hasta bir insanın ilacı olabildiğince fazla içmesi onu iyileştirmeyeceği gibi, bir araba motoruna ilk kalkış sırasında gerekenden fazla miktarda benzin verilmesinin de bir anlamı yoktur. Önemli olan gereken zamanda, gerektiği kadar ilaç içmek ve aracın motoruna gerektiği kadar benzin vermektir. Arabanın kapısını açmadan sürücü koltuğuna oturamayacağınız gibi, marşa basmadan motoru çalıştıramaz, vitese atmadan hareket ettiremez, fren pedalına basmadan durduramayız. Yani her şey belli bir sistem ve kurallar çerçevesinde işleyecektir.

Eğitim denilen kavramı psikoloji biliminden ayrı tutmak ve “yaş” ve “konu” birlikteliğini göz ardı edebilmek mümkün değildir. Bir çocuk kendi anadilini iki yaşına kadar öğrenebilir, bundan sonra öğrenilen her dil artık anadil değil yabancı dil mahiyetindedir. Eğer öyleyse bir çocuğa kendi anadili dışındaki bir veya birkaç yabancı dili 0 ilâ 2 yaşları arasında pekâlâ öğretebiliriz. Çocuklarımıza 2 ilâ 6 yaşları arasında korku yerine cesaret aşılayabileceğimiz gibi, 8 ilâ 10 yaşları arasında mükemmel bir din, vatan, millet sevgisi de kazandırılabiliriz. Bu yaşlar haricinde verilecek her eğitim boş işlerle uğraşmak, zaman, çaba ve para kaybından başka bir şey değildir.

Ülkemiz çok zor dönemlerden geçiyor. Bir yandan terörle mücadele ederken diğer yandan Türkiye’nin dış kaynaklı çevresel sorunlarını bertaraf etmeye çalışıyoruz. 35 yıldan beri mücadele ettiğimiz PKK terör örgütü ve onun yan uzantıları, işte yukarıda ifade etmeye çalıştığım bu tarz yanlış eğitim politikalarından ve daha doğrusu stratejik yanlışlıklarından dolayı kendisine sürekli olarak insan kaynağı bulabiliyor. Bu yıl içerisinde Sur, Nusaybin, Cizre, İdil, Şırnak ve Hakkari’de terör örgütüne yönelik operasyonlarda öldürülen terörist sayısı neredeyse 11 bin civarında. Ne kadar inanılmaz bir rakam değil mi?

Terörü ülke gündeminden çıkartabilmek için onun finansal kaynaklarını, iç ve dış desteğini kurutmak ancak daha da önemlisi örgüte sürekli insan katılımını kesmek gerekir. Bir çocuğun terör örgütü içerisine girmesine hangi faktörler sebep olabilir? Örgütler bu çocukları ne şekilde ikna ediyor? Nasıl azılı birer terörist haline dönüştürebiliyor? Bu soruların cevabını tam olarak öğrenemediğimiz takdirde sorunu asla halledemeyiz.

İstanbul ve Midyat’ta birer gün arayla patlayan bombalar aslında Türkiye’nin dikkatini başka yerlere çekmekten başka bir amaç gütmüyor. Türkiye’nin dikkatini Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’tan başka noktalara çekmenin en güzel yolu ülke içinde ahlâksızca bomba patlatmak. Bu arada sözde Ermeni Soykırımı’nı yasalaştıran Almanya’nın tutumu da aynen bu amaca hizmet ediyor. Türkiye’nin dikkatini hemen güneyimizde kurulacak yeni bir Kürt Devleti’nden olabildiğince uzaklaştırmak istiyorlar. Türkiye’yi gelecek yüz yıllarda abluka altına alacak, Araplarla bağlantısını tümüyle koparacak büyük bir oyun tezgahlanıyor ve bizler maalesef kendi iç sorunlarımızla mücadele ediyoruz. Aynı sinerji kaybının, yaklaşık bir yıldan beri Sur, Nusaybin, Şırnak, Hakkari, İdil ve Cizre sokaklarına kazılan hendeklerle PKK üzerinden yürütüldüğünü de lütfen göz ardı etmeyelim. Kilis’e DAEŞ terör örgütü tarafından atılan füze ve roketlerin gayesi de bu değil miydi? Oyun çok büyük. Sykes-Pycot Antlaşması üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen halen gündemde. Amaç bu coğrafyada yeni devletçikler yaratmak ve Türkiye’yi Iraklaştırmak, Suriyeleştirmek.

Terör belasını ülkemizden def etmenin ve Türkiye’yi Ortadoğu’ya odaklamanın yolu ülke içindeki terörü pasifize etmek. Bunun yolu da sadece askeri ve idari tedbirlerden değil, uzun vadeli eğitim politikalarından geçiyor. Anlayacağız terörü ve teröristleri belki öldürerek yok edebiliriz ancak insanlarımızı yetiştiremediğimiz sürece yenileri birbiri peşi sıra farklı şekillerde ve farklı isimler altında karşımıza yine çıkacak, yine çıkacak.

Demek ki neymiş? Her şeyin başı eğitim, eğitim, eğitim. İşimiz zor ama asla yılmak yok. Aksi halde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eskiden dolaylı şekilde, ancak son 15 günden beri açıkça ifade etmeye başladığı “Sykec-Pycot’un yeni versiyonunun amacı Türkiye’yi parçalamaktır” şeklindeki ifadeleri eninde sonunda gerçekleşecek.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber