Anasayfa / Makaleler / TÜRKİYE’NİN EN TEMİZ KURUMLARI ÖSYM VE YÖK İMİŞ DE HABERİMİZ YOKMUŞ!

TÜRKİYE’NİN EN TEMİZ KURUMLARI ÖSYM VE YÖK İMİŞ DE HABERİMİZ YOKMUŞ!

(Article 094-27.07.2016)

Fethullah Gülen denilen şerefsiz vatan haininin tertip ettiği darbe girişiminin üzerinden 13 gün geçti. Devlet top yekun teyakkuz halinde. Birçok kurumda işten çıkarmalar, görevden el çektirme işlemleri yapılıyor ancak şu ana kadar bu işlemlerin dışında kalan iki tane kurum var. Bir tanesi kurulduğu günden bu yana Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine çıkartan! YÖK, diğeri ise FETÖ mensuplarını devletin tüm kurumlarına büyük bir başarıyla yerleştiren ÖSYM.

Bugün elime Times dergisinin eski bir sayısı geçti. Dünyayı değiştiren 100 buluşu ele almışlar. Chip teknolojisi, internet, nanoteknoloji, mekatonik, hücre ve gen teknolojileri, DNA, fiber iletişim teknolojileri, telsiz, telgraf, telefon, teleks, faks cihazı, mobil telefonlar, uydular, nükleer teknolojiler ve daha niceleri.

Peki bu saydıklarımızın kaçında bizim insanımızın emeği var?

Ya da kaç tanesi için “bunu biz ürettik” diyebiliyoruz?

Maalesef hiç birisine.

Türkiye bilimsel gelişmişliğin neresinde? diye sorulsa maalesef sesimiz soluğumuz kesiliyor. Geçen yıl A Haber’de yayınlanan Yaz Boz programında bu konuyu biraz irdelemiş ve dünya üniversitelerinin sahip olduğu patent sayıları konusunda açıklamalarda bulunmuştum. Amerika’daki ilk 150 üniversitenin sahip olduğu patent sayısının bir buçuk milyon civarında olduğunu, aynı sayıdaki Avrupa üniversitelerinde bu rakamın yaklaşık yüz bine ulaştığını, Türkiye’deki 170 üniversiteden sadece 4 tanesinin patent üretebildiğini, bunların da ancak 276 tane patentlerinin olduğunu anlatmış ve hem bilim insanlarımızı hem de üniversitelerimizi eleştirmiştim.

Çok değerli bilim insanlarımız tabi ki var. Hatta bazıları dünya çapında başarılara imza atmışlar. Onları tenzih ediyorum. Ancak bunların sayısı o kadar az ve o kadar fazla baskı ve tacize maruz kalıyorlar ki dayanan dayanıyor, dayanamayanlar ise bir başka ülkeye kaçıp gidiyor. Bu değerli insanlara baskı ve taciz uygulayanlar ise çoğunlukla “profesör” ünvanlı kişiler. Bilgi ve edeb mahrumu bu hastalıklı tipler, bilimsel açıdan bir “hiç” oldukları ortaya çıkacağı endişesiyle başarılı insanların önünü kesip duruyor.

Yapay insan derisi veya yapay göz çalışan bazı araştırma görevlilerinin Almanya ve ABD üniversitelerine gittiğine üzülerek şahit oldum. Performans değerleme kriterlerinin bulunmadığı ülkemizde, herhangi bir üniversitenin herhangi bir bölümüne bir şekilde kapak atan kişilerin o dakikadan sonra tek bir amaç ve hedefi vardır ki o da; kazaya belaya uğramaksızın oradan emekli olup gitmek.

Peki ilimle bilimle kim uğraşacak? Bunu soran da yok inceleyen de. Yüksek lisans ve doktora tezlerinden başka akademik çalışmaları olmayan çoğu öğretim üyesi kendi küçük dünyalarında bilimden uzak yaşamakta, vakti zamanı geldiğinde tabutuna Türk bayrağı sarılarak son yolculuğuna uğurlanmaktadır. Bir turist, cenaze töreni sırasında üzerinde Türk bayrağı sarılı bu tabutu görse ve meftanın akademisyen olduğunu öğrense zanneder ki ölen adam Newton ya da Asimov gibi bir bilim insanı. Halbuki akademisyenlerimizin çoğunun yayımlanmış tek bir makalesi bile yok.

Maalesef sosyal bilimler ağırlıklı bir eğitim sistemimiz var. Tüm dünyanın iktisatçılarını, uluslararası ilişkiler uzmanlarını, işletmeci ve kamu yöneticilerini, istatistikçi ve hukukçularını biz yetiştiriyoruz ama ortada tek bir tane bile iktisat teoremi yaratan bilim insanı yok. Çal-Kopyala-Yapıştır esasına dayalı bir anlayışla zaten ortaya başka bir şey çıkabilmesi de mümkün değil. ABD ve Avrupa üniversitelerinin yaptığı şekilde performansa dayalı yıllık sözleşme uygulaması Türkiye’de de yapılsa, iddia ediyorum üniversitelerimizde görev yapan akademisyenlerin ancak yüzde beşi başarılı bulunur, gerisi kendilerine uzatılan akademik değerlendirme formunda boşluklara yazacak kelime bile bulamazlar.

Temennimiz Türkiye’nin bilim ve teknolojide çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması. Ancak bunun yolu; kapı gibi sağlam akademisyenleri bulup yetiştirmemizden geçiyor. Solcu ve çağdaş geçinen aydınlarımızın beğenmeyip yerden yere vurduğu Osmanlı Devleti bu işi Enderun Mektebi’nde halletmiş. Enderun müessesesinde; “Önce devlet” ilkesinden hareketle devletin idari yapılanması için gereken sadrazamlar, şeyhülislamlar, valiler ve kaymakamlar büyük bir titizlikle yetiştirilmiş ve 600 yıl boyunca bu devletin tartışmasız en önemli insan kaynağını oluşturmuş. Bugün modern Türkiye’nin de Enderun tarzı yapılanmalara ihtiyacı var. Sadece devlet yönetimi için değil, bilim ve teknoloji sahasında da faaliyet gösterecek Enderun okullarını açmak gerekiyor. Üniversitelerimizi diploma veren kurum modundan çıkartıp, yaratıcı, geliştirici ve uygulayıcı insan yetiştiren, nitelikli ve uluslararası kabul gören bir noktaya getirmeliyiz. Bilim ve teknolojinin gelişmesi noktasında kendisine çok önemli görevler düşen, ancak etkisiz eleman niteliğindeki Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ise baştan sona yenilenmesi gerekiyor. Bilim ve teknolojiden başka her işle ilgilenen ve aslında “hiçbir iş yapmayan” bu tarz hantal yapılar Yeni Türkiye’ye hitap etmemektedir.

Amerika’nın önemli bir üniversitesinde görev yapmakta olan bir Türk bilim insanı geçenlerde beni aradı. Amerika’daki hocasının geçen yıl İstanbul’a geldiğini, önemli bir üniversitenin kütüphanesine çalışmak için gittiğinde onu içeri almadıklarını, daha sonra Rektörlükten ve ilgili mercilerden izin alıp kütüphaneye girdiğinde ise okuma salonunu bomboş vaziyette gördüğünü, bir gün sonra kütüphaneye yeniden girmek istediğinde ise aynı prosedürün sil baştan tekrarlatıldığını anlattı. MIT ve HARVARD üniversitelerinde elini kolunu sallayarak dolaş, kütüphanelerine rahatlıkla gir dolaş, ama Türkiye’de bu şekilde muamele gör! Yasakçı, vesayetçi, müdahaleci, gerici ve “ben” odaklı bir düşünce yapısıyla nasıl bilim yapılabilir ki?

Öğrencisine hiçbir şey kazandırmayıp sadece kuru bir diploma veren üniversitelerimizin, yeniden yapılanmaya ve ciddi radikal dönüşümlere ihtiyacı var. Çok büyük kampüsler, on binlerce öğrenci, binlerce akademisyen, şehir içine yakınlık veya uzaklık, uluslararası işbirlikleri gibi sayısal kriterler bir üniversiteyi asla BÜYÜK ÜNİVERSİTE yapmaz.

Büyüklük; buluşla, bilimsel başarıyla, yetiştiren ve yetiştirilen insanların kalitesiyle ölçülür. Enderun Mektebi, Topkapı Sarayı’nın içinde çok büyük olmayan bir binada faaliyet göstermiştir ama altı asır boyunca üç kıtaya hükmeden son derece değerli devlet adamları ve bürokratlar yetiştirmeyi başarmıştır.

Peki şimdi gelelim asıl meseleye. FETÖ organizasyonunun kümelendiği iki tane çok önemli kurum var. Bunlardan biri YÖK, diğeri ise ÖSYM.

Bu iki kurum yönetimsel gücünü Anayasa’dan alıyor ve hiç kimseye hesap vermek zorunda değil. Bağımsız ve özerk bir yapıya sahipler. 1980 sonrasında Yükseköğretim sistemini koordine etmek amacıyla kurulan YÖK’ün bu konuda ne denli başarısız olduğu ortada. 15 Temmuz sonrasında yayımlanan ilk OHAL kararnamesinde kapatılmasına karar verilen 15 vakıf üniversitesinin kuruluşuna herhalde uzaylılar karar vermedi.

Peki bu üniversiteler kurulurken, yapılanırken, cemaatçi rektör, dekan ve öğretim elemanları atanırken YÖK üyelerinin aklı neredeydi?

Sayıları on binlere ulaşan cemaatçi hoca tayfasına unvan dağıtımını kimler yaptı?

Doçentlik sınav jürilerini belirleyen Üniversitelerarası Kurulu kim belirliyor?

YÖK üyelerinin içerisinde cemaate mensup kişiler yok mu? Var kardeşim. Hem de öyle bir var ki YÖK’ü tümüyle ele geçirmiş durumdalar. Hatta rüşvetçi ve cemaatçi YÖK üyeleri bile var. İsimlerini şimdilik burada telâfuz etmeyeceğim. Cemaatçi YÖK üyeleri görevden alınıncaya dek sabırla bekleyeceğim. Ha bu arada beni çağırıp sorarlarsa da isimlerini tek tek devlete söylerim.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın yanında görev yapan 6 yaverden 5 tanesinin cemaat mensubu çıkması gibi, maalesef YÖK içinde de çok sayıda yaver var. Hatta bu kişilerin bir takım yabancı istihbarat kurumlarıyla bağlantıları bile var.

13 günden beri yakalanan her FETÖ mensubu bülbül gibi ötüyor ve sınav sorularının kendilerine önceden verildiğini söylüyor. Peki bu sorular damdan mı düşüyor? LYS, LGS, ÖSS sınavlarını ve hatta ehliyet sınavlarından tutunda devlet kurumlarına personel alımını temin eden KPSS sınavlarını bile ÖSYM’nin bizzat kendisi yapmıyor mu?

Soruları kimler belirliyor, soru kitapçıklarını kimler hazırlayıp basıyor, sınav binalarının güvenliğini kimler sağlıyor, kitapçıkları kimler taşıyor, soruların başında kimler nöbet tutuyor, optik okuyuculara kimler yerleştiriyor? Cevaplandırılması gereken o kadar çok soru var ki nereden başlayacağımızı bilemiyoruz.

15 Temmuz 2016 Darbe Kalkışmasınden hemen sonra devlet kurumlarında yaklaşık 66 bin kişinin ilişiği kesildi. Birçok kamu kurumunda topluca işten el çektirmeler yaşandı. Rakamlar şu şekilde;

Milli Eğitim Bakanlığı 42.767
Sağlık Bakanlığı 5.581
İçişleri Bakanlığı 8.777
Çalışma Sosyal Güv. Bak. 1.180
Diyanet İşleri Başkanlığı 1.112
Gıda Tarım ve Hay. Bak. 673
Ulaştırma Bakanlığı 529
Maliye Bakanlığı 1.500
Dışişleri Bakanlığı 88
Aile ve Sosyal Pol. Bak. 599
TRT 300
Milli Savunma Bakanlığı 262
Gençlik ve Spor Bakanlığı 265
Kültür ve Turizm Bakanlığı 110
Sayıştay 108
TOKİ
BDDK 86
Kalkınma Bakanlığı 82
Borsa İstanbul 51
SPK 36
RTÜK 29
EPDK 25
TÜİK 21
Ekonomi Bakanlığı 15
YÖK (SIFIR)
ÖSYM (SIFIR)

 

Meğer YÖK ve ÖSYM ne kadar temiz kurumlarmış da haberimiz yokmuş. Birileri Türk halkını galiba çok saf zannediyor.

Devletin hemen her kurumuna binlerce on binlerce cemaat mensubunun sızmasına ve yerleşmesine imkân sağlayan kurumların başında hiç şüphesiz ÖSYM ve YÖK geliyor.

Bu kurumlar yerden yeksan edilmediği sürece FETÖ’nün KÖPEKLERİ, bugün boşaltılan devlet kurumlarına bir iki sene sonra birer ikişer tekrardan yerleşecektir.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber