Anasayfa / Makaleler / KAPALIÇARŞI: PARANIN ÇİVİLİ BEŞİĞİ…

KAPALIÇARŞI: PARANIN ÇİVİLİ BEŞİĞİ…

(Article 167-24.05.2017)

Üç beş metrekarelik dükkânlarda milyarlarca doların el değiştirdiği kapalı bir kutudur “Kapalıçarşı”.

Kilislilerin ve Mardinli Süryanilerin görünmez bir sur gerisine adeta saklandığı nam-ı diğer “Tahtakale”.

Yerli ve yabancı birçok kişinin ilgisini çeken Kapalıçarşı, tarihin hemen her döneminde özel bir öneme sahip olmuştur. İstanbul’un en eski yerleşim merkezi üzerine inşa edilen bu tarihi yapı, yangın, deprem ve sel gibi doğanın tahrip edici tüm güçlerine karşın kendine has mimari karakterini asırlardan beri koruyabilen, dünyanın en eski, en büyük ve en fazla ziyaret edilen alışveriş merkezidir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde doğu ülkelerinden gelen kumaş ve dokuma ürünleri, altın ve mücevherat eşyaları bu çarşıda alışverişe konu olmuş, sergilenmiş ve saklanmıştır. Devlet’in sosyo kültürel yaşantısında özel bir öneme sahip olan bu yapı, İmparatorluk ekonomisinin kalbi olma özelliğini fethin ilk yıllarında ele geçirmiştir.

Tarihin akışı içerisinde yerli ve yabancı birçok seyyaha, yazara ve ressama konu olan, kendisini ziyaret eden hemen herkesi büyüleyip hayranlığını kazanan bu çarşının, insanları kendine esir eden mistik bir kokusu, tarihsel atmosferi, büyüleyici bir gizemi vardır.

1835 yılında bu çarşıyı ziyaret eden İngiliz edebiyatçı Julie Pardoe anılarında bu eşsiz çarşı için aşağıdaki cümleleri sarf eder; “Kapalıçarşı’nın göze çarpan sanatları arasında uçları altın işlemeli çay ve kahve fincanları, haremdeki genç kadınlar için değişik biçimlerde işlenmiş ince gerdanlıklar, soyluların takkeleri için süslemeler, paşaların bindiği Arap atları için koşum takımları, altın halkalar, yıldızlar sayılabilir. Ya silah pazarı? İnsan burada beş dakikaya kalmadan her dönemin, her ulusun silahları ile tepeden tırnağa donanabilir. Antik kalkanlar, devlet için yapılmış duygusu uyandıran araçlar, çeşit çeşit, boy boy miğferler, tolgalar, parlaklığını yitirmiş zırhlar… Burada sık dokunmuş altın ve gümüş tellerle işlenmiş ipekler, ibrişim işlemeli ince müslinler, yıllarca emek harcanarak yapıldığı izlenimi bırakan tütün keseleri, uçları ayetlerle işlenmiş örtüleri görebilirsiniz.”

Bedesteni XVI. asrın ikinci yarısında ziyaret etmiş olan Nicolas De Nicolay’ın notlarında da şunlar yer alır; “Dört kapısı ve çok sayıda yolları vardır. Bu yolların her iki tarafında mücevherat ve ziynet eşyası, kürkler gibi nadir ve kıymetli eşya ile dolu dükkânlar bulunur. Kürkler çok ucuz fiyatla satılır, bazen zerdevadan yapılmış uzun bir cüppe 80-100 dukaya alınır. Aslında başka yerde dört beş  katına alamazsınız. Bedestende bunlardan başka her türlü altın ve gümüş işlemeli kumaşlar, nefis marokenler, firuze işlemeli kemerler, kalkanlar, hançerler vardır. Bedesten Cuma günleri dışında her gün öğleye kadar açıktır.”

Hicri 1304 (1888) tarihli bir vesikaya göre bünyesinde; iki bedesten, 4399 dükkân, 2195 oda veya hücre, bir hamam, 497 dolap, 12 hazine odası, bir cami, 10 mescit, iki şadırvan, bir sebil, 16 çeşme, 3 tulumbalı kuyu, bir türbe, 73 revak, 24 han ile bir adet okul barındıran bu kadim yapının, yerli ve yabancı ziyaretçiler üzerinde etki bırakması hiç de boşa değildir.

O yıllarda üstü kapalı olmadığı için “Büyük Çarşı” olarak isimlendirilen bu yapı, kurulduğu günden bugüne kadar çok sayıda yangın ve depreme maruz kalmış, ancak mimari karakterini hiçbir zaman kaybetmemiştir. 1477 yılında yaşanan büyük depremde önemli oranda yıkılan çarşı, 1510 yılında ikinci bir depreme daha maruz kalmış, bundan beş yıl sonra çıkan bir yangında ise çarşının birçok dükkânı yanmıştır.

Kapalıçarşı’nın şanssızlığı bununla da sona ermemiş, 1546 ile 1565 tarihlerinde çıkan yangınlarda çarşı içerisindeki birçok dükkân yanıp kül olmuştur. Yangınlar silsilesi sonraki yıllarda da devam etmiş, 1618, 1645, 1652, 1658, 1660, 1750 yıllarındaki yangınlar Büyük Çarşı’nın kısmen yok olmasına neden olmuştur.

Bu binalar topluluğunun üzerinin örtülerek “Kapalıçarşı” haline getirilmesi 1760 yılında gerçekleşmiştir. Başlangıçta tek kemerli ve tek girişli olarak inşa edilen çarşı içerisindeki dükkânlar, günümüzde tek kemer altında iki, üç hatta bazen dört veya beş dükkânı bir arada barındırmaktadır.

Büyük Çarşı’da o dönem zenginlerinin ve tüccarlarının kasa, mahzen ve dolap kiraladıkları, mücevherleri ile kıymetli altın ve gümüş eşyalarını buralarda sakladıkları bilinmektedir. Günümüzde hâlâ var olan bu dolapları işletenlere o dönemde “hoca” veya “tüccâr” anlamına gelen “haceği” denildiği, bu kişilerin çok dürüst ve emin kimseler olduğu, içerisine Mısır hazineleri konulmuş açık dolaplara kimsenin asla el sürmediği Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yer almaktadır.

Kapalıçarşı’nın cadde ve sokakları, günümüzde yok olan bir çok meslek dalını bize hemen her gün hatırlatıp durur; kadifeciler, dibacılar, atlasçılar, daraiciler, ipek hilâtçılar, mümessimciler, tireciler, peştemalcılar, dimiciler, halıcılar, abacılar, keseciler, boyacılar, tokmakçılar, altıncılar, kuyumcular, gümüşçüler, minyatürcüler, yaldızcılar, bozmacılar, oymacılar, çakmakçılar, kakmacılar, kabartmacılar, hakkâklar, varakçılar, hattatlar, sahaflar, müzehhipler, bıçakçılar, makasçılar, altıncılar, miğferciler, tüfekçiler, kılıççılar, maktacılar, müttekacılar, antikacılar, pabuççular, köseleciler, işlemeciler, şalcılar, çuhacılar, astarcılar, rubeyiciler, sırmacılar, sedefkârlar, zarfçılar, tamirciler, izabeciler, kaşıkçılar, fildişi işlemecileri, aynacılar, tespihçiler, attarlar ve daha neler neler…

Kapalıçarşı, kendine has mistik havasıyla hemen her dönem yazar ve şairlere ilham kaynağı olup durmuştur. Orhan Veli Kanık, 1949’lı yılların Kapalıçarşı’sını dizelerinde bakın nasıl anlatır;

“Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin, 

Sandık odalarında

Senin de dükkânın öyle kokar işte. 

Ablamı tanımazsın

Hürriyette gelin olacaktı yaşasaydı. 

Bu teller onun telleri, 

Bu duvak onun duvağı işte. 

Ya bu camlarda kadınlar

Bu mavi mavi

Bu yeşil fistanlı…

Geceleri de ayakta mı dururlar böyle? 

Ya şu bembeyaz gömlek

Onun da bir hikâyesi yok mu? 

Kapalıçarşı deyip de geçme

Kapalı çarşı

Kapalı kutu.”

1940’lı yıllarda Kapalıçarşı’yı “Kapalı Kutu” olarak gören Orhan Veli, dünyanın en büyük ticaret merkezlerinden biri olan Kapalıçarşı’nın şimdiki cesametini görseydi, sanırım daha farklı yorumlardı.

Avrupa malları satan Beyoğlu bonmarşelerinin yanında oldukça sönük ve yoksul kalan Kapalıçarşı, esas yapısal değişikliği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşamıştır. Artan nüfus ve ticaret hacmiyle birlikte çarşının loş ve tenha sokakları dolmaya, karanlık sokakları aydınlanmaya başlamıştır. Köyden kente göç hızlanmış, artan nüfustan İstanbul nasibini alırken, Kapalıçarşı’da bu etkileşimden uzak kalamamıştır. Varlık Vergisi’nin uygulamaya konulması altın ve döviz ticareti ile diğer birçok zanaatı elinde tutan Ermeni, Rum ve Yahudileri ticari hayattan uzaklaştırırken, çoğu İstanbullu olmayan onbinler bu işleri devralmaya başlamıştır.

Kendi ülkesindeki zenginliklerin farkında olmayan, müze gezmeyen, tarihe ve tarihi eserlere zerre kadar saygı duymayan biz Türkler, ağzından “Old Bazaar”  kelimesi çıkan Avrupalı bir turistin o kelimeyi söylerken, bizim ilgi dahi göstermediğimiz tarihimize ve sanatımıza ne kadar hayranlık duyduğunu acaba hissedebiliyor muyuz?

Türkiye’nin nerede olduğunu dahi bilmeyen bir turistin “Old Bazaar” kelimesini, “Turkey” veya “İstanbul” kelimesinden daha fazla telaffuz ettiğini sanırım yurtdışına yaptığınız seyahatler esnasında fark etmişsinizdir.

Yabancılar açısından tarihi bir atmosfer içerisinde alışveriş yapılabilecek bundan daha güzel bir mekân bulamazsınız.

Altın ve döviz ticaretinin 1989 yılına kadar kaçak olarak yapıldığı ülkemizde, yurtdışından Türkiye’ye sokulan altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerin, inci ve pırlanta gibi kıymetli taş ve takıların gerçek anlamda el değiştirdiği tek merkez Kapalıçarşı’dır. Kendine has alışveriş yöntemleri, terminolojisi, kural ve sistemleri olan Kapalıçarşı piyasası, milyarlarca dolarlık işlem hacmiyle insanların gitgide daha fazla ilgisini çekmektedir.

Nam-ı diğer “Tahtakale”, bugünkü ismiyle Kapalıçarşı piyasasında atölye ve kuyumculara satılan altın miktarı tonlarla ifade edilmektedir. Resmi bir altın piyasasının bulunamayışından dolayı “Ağa Sokak” köşesinde toplanan atölyeciler, imalatçılar, kuyumcular, sarraflar ve toptancılar, ellerindeki telsiz telefonlarla saatler boyu ayakta durup bağıra çağıra altın ve döviz alıp satarlardı.

Çuhacı Han kapısı ile Kılıççılar Kapısı arasında mekik dokuyan, Kapalıçarşı polisi tarafından bazen kapı dışarı atılan döviz ve altın simsarlarının durumu ise gerçekten içler acısıydı.

Çuhacı Han, Varakçı Han, Sandal Bedesteni ve İç Bedesten başta olmak üzere çarşı içindeki ve dışındaki birçok işyerinde faaliyet gösteren altın ve döviz tüccarlarının birçoğu, vitrini boş, camlarına kağıt veya perde çekilmiş, nefes almanın dahi imkansız olduğu üç beş metrekarelik dükkânlarda yıl içerisinde milyarlarca dolarlık altın ve dövizi alıp satarlar.

1980 darbesiyle birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden yapılan kaçakçılık faaliyetlerinin sona ermesi, geçim kaynakları oldukça sınırlı olan bölge insanlarının İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlere göç etmesine sebep olmuştur. Kapalıçarşı döviz ve altın piyasasında bugün etkin bir güç haline gelen “Kilisliler” işte o dönemde göç edip gelen insanlardır.

Bu piyasada yıllar içerisinde kendine has bir dil ve terminoloji de oluşmuştur. 24 ayar saf altının; has, beykoz, orijinal, külçe, kağıtlı, 995 ve merkez gibi isimlerle adlandırıldığı Kapalıçarşı altın piyasasında, yabancı ülke paraları içinde farklı terimler kullanılmıştır. Amerikan Doları; tam veya yeşil, Alman Markı; çeyrek veya papaz (500 ve 1000’lik küpürler için), İngiliz Sterlini; kraliçe, Hollanda Florini; gül, Suudi Arabistan Riyali; hacı, Irak Dinarı; hurma, Fransız Frangı; çarşaf, İsviçre Frangı; sivis, Avusturya Şilini; şilte olarak isimlendirilmiştir.

Ağa Sokak ile Çuhacı Han köşesinde toplanan altın ve döviz simsarlarıyla polis arasındaki koşuşturmaca ise bir döneme damga vuran olaylardandı. Kapalıçarşı polisi tarafından bazen nezarete atılan, bazen dövülüp sövülen, coplanan ve bazen de Kılıççılar Kapısı’ndan dışarı sürülen bu kişiler, bir süre sonra Yeşildirek polisi tarafından çarşının içine sürülürdü. Kapının bir metre sağı ile bir metre solu arasında mekik dokuyan bu insanlar, Türkiye’nin kıtlık ve yokluk yıllarında 1991 bütçesinin neredeyse yarısına denk gelen milyarlarca dolarlık işlem hacmini işte böyle bir ortamda icra edip duruyorlardı.

70-80-90’lı yıllar Kapalıçarşı’nın altın yıllarıdır. Esnafın esnaf, tüccarın tüccar olduğu dönemlerdir. O yıllarda Kapalıçarşı’da esnaf olmak çok önemli bir itibar göstergesiydi. Her önüne gelen dükkân açamaz, açsa bile çalıştıramazdı. Öncelikle adam olmanız gerekirdi, hem de adam gibi adam olmak. En ufak bir yanlışınız bu piyasadan süpürülüp atılmanız için yeterliydi. Milyonlarca dolarlık altın ve döviz tek bir lafla alınır satılır, sonu ne olursa olsun hiç kimse sözünden caymazdı. İşyerleri kulaktan kulağa el değiştirir emlâkçı nedir bilinmezdi.

O dönemin esnafı sokakta yürüdüğünde insanlar birbirine hürmet eder, saygıda asla kusur etmezdi. İtibar en büyük zenginlikti.

Kapalıçarşı piyasasında esnaflık yapan kişilerin ticari, başarılarının üniversitelerde ders olarak gerektiğini savunan bir kişiyim. Türkiye’de bugün döviz ve altın ticareti rahatlıkla icra edilebiliyorsa, bunun en büyük müsebbibi hiç şüphesiz Kilislilerdir. Rahmet amcam bu piyasanın önemli isimlerindendi. Uğur Sağlam nam-ı diğer “Camkinoz”, müthiş bir öngörüye sahip, riskleri çok iyi hesap edebilen, ayaklı bir bilgisayardı. İlkokul mezunu bile değildi ama Kapalıçarşı döviz piyasasını parmağında oynatırdı. Sağ cebine koyduğu parayı bir ay boyunca harcasa, 30’uncu günün sonunda harcadığı tüm paraları alt alta yazar, kuruşu kuruşuna hesabı denkleştirirdi. Hiçbir şeyi unutmayan, fotoğrafik zekâya sahip dehşet bir insandı ve eğitim durumunu soranlara; “ben Kapalıçarşı üniversitesinden mezun oldum” derdi. Rahmetli babam Erdoğan Sağlam’da bu piyasanın saygın isimlerindendi. Alım satımına çok dikkat eder, oldukça temkinli davranır, kırk düşünür bir yapardı. Gösterişe asla önem vermez, kendi halinde yaşardı. Akıl alan değil, akıl veren insanlardandı.

Kapalıçarşı ve esnaflık derken, yürüyünce sokakları titreten Suphi Aşıcıoğlu’nu unutmak ne mümkün. Ve yine bir ticaret dehası olan Adnan Bıyıkbeyi ve Ceyhan Bektaş’ı anmadan olmaz. Allah rahmet eylesin Emin Görpe, Yusuf Şerefoğlu, Korkmaz Zelzele, Tevfik Uygur, Aziz Bağbekleyen’de inanılmaz insanlardı.

Şu an halen Kapalıçarşı’da bulunan ve bir vefa örneği olan Kilisli Necati Çakır’ı yazmadan olmaz.

Kuyumculuk, sarraflık, ramatçılık, ifrazcılık, pırlantacılık, dövizcilik, gümüşçülük ve borsacılık yapan birbirinden değerli o kadar çok kişi tanıdım ki, bu insanların bırakın bir benzerini bulmak, kesip attıkları tırnağı dahi diğer hiçbir piyasada göremezsiniz.

Bu piyasanın bir parçası olmama imkân sağlayan ve bana feyz veren rahmetli amcam Uğur Sağlam’a ve babam Erdoğan Sağlam’a ne kadar minnet duysam az. Allah onlardan binlerce defa razı olsun.

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber