Anasayfa / Makaleler / ESKİ TÜRKİYE’NİN KOÇLARI, YENİ TÜRKİYE’NİN KUZULARI…

ESKİ TÜRKİYE’NİN KOÇLARI, YENİ TÜRKİYE’NİN KUZULARI…

(Article 077-23.04.2015)

Geçenlerde iki farklı gazetede birbirine benzer iki haber gözüme çarpmıştı. Bunlardan birincisi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca açılan ihaleye girerek Kalamış Yat Limanı için 664 milyon dolar teklif veren Koç grubunun imar sorunu nedeniyle ihaleden çekildiğiyle ilgiliydi.

Koç Holding, Mayıs 2014’te yapılan ihalede 664 milyon dolarla en yüksek teklifi vererek 30 yıl süreyle Kalamış Yat Limanı’nın işletme hakkını kazanmıştı. Diğer haber ise Sinpaş grubunun Ataköy’de 850 milyon TL’ye aldığı araziyi 1,1 milyar dolara Qatar Diar – Kuzu ortaklığına devrettiğiyle ilgiliydi. Habere göre Qatar Diar – Kuzu ortaklığı şimdi araziden 2 milyar 700 milyon dolar gelir bekliyormuş. Haberin doğru veya yanlış olduğunu bilmiyorum. Ancak her iki habere dayanarak Türkiye’de bazı şeylerin değişmeye başladığını artık çok daha iyi anlıyorum.

Öncelikle Koç grubu Kalamış Yat Limanı’nın işletme hakkını 30 yıllığına alırken buranın mevcut imar durumunu göz alarak ihaleye girmişti. İmar plan değişikliği yaptırmaya ve bu tür ayak oyunlarından “rant” elde etmeye alışkın olan Türkiye’nin eski “elitler” familyası için bu işler eskisi kadar kolay gerçekleşmiyor demek ki. Nitekim Elmadağ’daki Hilton arazisini Emekli Sandığı’ndan üç kuruş beş paraya satın alan Aydın Doğan’ın, aradan geçen bunca seneye rağmen imar plan değişikliğini yaptıramamış olması da bunun en açık göstergesi. Koç grubunun imar plan değişikliğini yaptıramadığı bahanesiyle 665 milyon dolarlık anlaşmadan vazgeçmesindeki esas sebep, sanki birazcık finansal yetersizlikler gibi görünüyor. Koç grubu gibi Türkiye’nin en güçlü aile şirketlerinden birisinin 665 milyon dolarcık! para için prestij ve itibarını ayaklar altına alarak ihaleden çekilmesi pek inanılır gibi değil. .

Türkiye’de son 12 yıldan beri gittikçe artan yeni bir sermayedar ve girişimci grubu oluştu ki bunlar sabır ve sebatla aldıkları hemen her işi eksiksiz bir şekilde tamamlayıp rüştlerini ispat etti. İstanbul’a yapılan 3. Havaalanı ihalesi yaklaşık 23 milyar Euro tutarında. Bunu alan şirketin sahipleri, eski Türkiye’de esamesi dahi okunmayan insanlardı. Tüm finansmanı kendileri temin etmek kaydıyla ve devletten bir tek lira talep etmeksizin yap-işlet-devret yöntemiyle bu işe talip oldular ve söz konusu işi neredeyse tamamlama aşamasına geldiler. İstanbul Boğazı’na ve İzmit Körfezi’ne yapılan asma köprülerde yine aynı şekilde yapılıyor. Bunların tutarları da 3-5 milyar Euro tutarında. O işlerde son sürat devam ediyor. Demek ki Türkiye’de hemen her alanda çok ciddi bir değişim yaşanıyor ve değişim işadamı ve girişimci profiliyle başlamış. Eski Türkiye’de tüm altyapı yatırımları devlet tarafından yapılır, bu işlerin tamamı ihaleye çıkartılır, ihaleye eski Türkiye’nin keneleri diyebileceğimiz bilindik aileleri katılır, bu arada rüşvetler ve komisyonlar havada uçuşur, işi alan familya ise söz konusu işi yıllar boyu bitirmeyip yüksek enflasyondan kaynaklanan eskalasyon farklarını cebe doldururdu. 10 milyar liraya ihale edilip eskale edilmiş fiyatlardan dolayı 100 trilyon liraya bitirilememiş o kadar çok yatırım var ki şaşar kalırsınız.

Eski Türkiye ile Yeni Türkiye’nin farkı sadece bu örnekle bile anlaşılıyor. Bir tarafta 23 milyar Euroluk havaalanı ihalesini alıp “bana mısın” bile demeden yerine getiren Yeni Türkiye’nin tuttuğunu koparan işadamları, diğer tarafta 665 milyon doları ödeyemediği için kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçan Eski Türkiye’nin işadamları. Dikkat edin son dönemlerde yapılan büyük altyapı ihalelerine Eski Türkiye’nin aileleri asla ve kat’a katılmıyor. Nedeni ise işin yapım şeklinde gizli. Yap-İşlet-Devret yöntemiyle iş yapmayı göze alamıyorlar. Arkadaşlar yıllar boyu devlet parasıyla iş yapmaya alışmışlar da ondan.

Eski Türkiye’nin 90 yıl boyunca kaymağını yiyen, gümrük duvarlarının arkasına saklanıp gaz tenekesi kıvamındaki arabaları Türk halkına onbinlerce dolara satan, ülkedeki ekonomik krizden sürekli olarak kârlı çıkmaya alışkın olan, Başbakanları pijama ile karşılayan, manşetlerle hükümet düşürüp hükümet kuran ve “Beyaz Türk” olarak isimlendirilen “krema tabaka” göreceli şekilde fakirleşiyor ve gittikçe de fakirleşecek. Yeni Türkiye’nin çalışma düzenine ve iş prensiplerine adapte olamayan ne kadar işadamı varsa yok olup gidecek.

Bundan 15-20 yıl önce neredeyse bir hiç konumunda olup bugünkü Türkiye’nin etkin ve saygın işadamları sınıfını oluşturan yeni girişimci grubunu ise takdir etmemek elde değil. Allah yollarını açık etsin. Türkiye’nin bu türden başarılı, cesaretli ve aktif insanlara ihtiyacı var.

Cumhurbaşkanı Ekonomi Başdanışmanı Dr. Cemil Ertem’in akşam gazetesinde kaleme aldığı Nikelajlı Dans Direği isimli makalesinde benzer tespitleri görebilmek mümkün. Sayın Ertem yazısında; “… Şimdi batının sanayi devriminin sömürüsünün ve ondan önceki merkantilist yağmasının ürettiği sahte “liberalizm”i şaşmaz kıbleleri ve amentüleri olarak belleyen bu arkadaşlar, iktisat bilimi deyince bu “liberal” öğretileri mutlak gerçeklik sanıyor. Liberal iktisadın bitmiş ama tekelci kriz döneminde çaresizce yenilenmiş neoliberal versiyonuna, nikelajlı dans direğine sarılan stiriptizciler gibi sarılmış gidiyorlar. Birileri bunlara merkez bankaları “bağımsızlığı” demiş onlar da bunu dans direği çıpası yapmış buraya inip çıkıyorlar.” şeklinde bir tespitte bulunmuştu.

Evet, bu çok doğru bir tespit. İktisat bilimini Adam Smith’den başlatıp Keynes, Friedman ve diğerlerinde sonlandıranların ve kendi fikriyatına hangisi uygunsa o düşünceyi fanatikçe sahiplenenlerinin, arada sırada değişen dünya şartlarına göz atmaları gerekmiyor mu?

Merkez bankalarının ekonomideki işlevi açısından sapla samanın birbirine karıştırıldığı ilginç bir süreçten geçiyoruz. Cumhurbaşkanını yerme ve karalama uğruna, Erdoğan’ın yaptığı ve söylediği hemen her şey, bir takım çevrelerce ve bu çevrelere yaranmak isteyen kişilerce anında karşı bir sahiplenmeye konu oluyor. Ondan sonra başlasın tweetler, gitsin abuk sabuk yorum ve makaleler. Cumhurbaşkanı her ne derse desin önemli olan ülkenin yüksek menfaatleridir. Erdoğan düşmanlığı o denli kine dönüşmüş durumdaki, ülkenin milli güvenliği, ekonomisi, uluslararası arenadaki güç ve itibarı dahi hiç çekinilmeden ayaklar altına alınabiliyor. Ülkelerin ekonomik ve mali kalkınmasına imkân tanıyan yapı merkez bankaları ise Maliye Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı gibi bakanlıklara ne gerek var ki? Bunların hepsini kapatalım gitsin, onların bütün işini Merkez Bankası yapsın.

Ey aydın geçinenler, ey ulusalcılar, ey demokratlar, ey Atatürkçüler ve ey Mustafa Kemal’in askerleri! Lütfen kendinize gelin. Erdoğan nefreti gözlerinizi ve nefsinizi kör etmiş, yaptıklarınızın kimlere fayda sağladığının farkında bile değilsiniz. Üst düzey devlet görevlilerinin, bakan ve milletvekillerinin, başbakan ve cumhurbaşkanının ve hatta bu devletin istihbarat kurumunun bile alenen dinlemeye konu olduğu bir ortamda, Fethullah Gülen yapılanmasını savunmayı, onlarla işbirliği yapmayı, Türkiye’yi dünyaya şikâyet etmeyi nasıl savunabilirsiniz ki?

Devletin zirvesindeki isimlerin kriptolu telefonlarının dinlenmesine yönelik Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturma henüz tamamlandı. Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcısı Ali Çalık tarafından hazırlanan soruşturma fezlekesinde beşi tutuklu 28 şüpheli hakkında “17-25 Aralık 2013’te ve Mart 2014’te yapılan mahalli seçimler öncesinde, kaosa yol açarak devletin birliğini bozmak amacıyla siyasi ve askeri casusluk suçunu işledikleri” gerekçesiyle ağırlaştırılmış hapis cezası talep edildi. Başsavcı Çalık iddianamesinde; Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) Başkanvekili Osman Nihat Şen, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Hasan Palaz ile diğer şüphelilerin, TİB ve TÜBİTAK bünyesinde örgüt kurduğunu, TÜBİTAK’ta görev yapan şüphelilerin, kriptolu telefonları dinleyip kayıt ettiğini, montajlamak suretiyle değiştirerek internet, yazılı ve görsel medya aracılığı ile servis ettiklerini tespit etmiş durumda. Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında devletin zirvesine ait 31 kriptolu telefonun 363 kez dinlendiği, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde kullandığı 3 ayrı kriptolu telefonun 55, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 26, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in 28, Başbakan Yardımcıları Ali Babacan’ın 31, Bülent Arınç’ın 5, İçişleri eski Bakanı Efkan Ala’nın 6, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın 14, MİT Müsteşarı Fidan’ın da 28 kez dinlendiği belirlenmiş. Erdoğan’ın kriptolu telefonlarına yönelik dinlemenin Eylül 2013’te başladığı ve 17 Aralık darbe girişiminden sonra da devam ettiği anlaşılmış.

Hiç düşündünüz mü? Bu işleri Amerika’da devlet büyüklerine karşı yapsanız acaba sizleri ne yaparlar?

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber