Anasayfa / Makaleler / ALLAH İNSANLARA AKIL DAĞITIRKEN BAZILARI TENCERE ALTINA SAKLANMIŞ!

ALLAH İNSANLARA AKIL DAĞITIRKEN BAZILARI TENCERE ALTINA SAKLANMIŞ!

(Article 079-30.04.2015)

Bundan 15 gün önce Kilis’teydik. Suriyeli sığınmacıların barındırıldığı kampları ziyaret etmiş, ATV Avrupa’da yayınlanan Avrupa’da Gündem programı için çekimler yapmıştık. Kilis’i ilk defa ziyaret eden değerli dostum Fuat Uğur, gerek çekimler esnasında gerekse sonrasında bu kentin güzelliğinden, tarihsel dokusundan, misafirperverliğinden defalarca bahsetti. Kilis’e gittiğimiz gün Vali Süleyman Tapsız bey bizi Çok Amaçlı Toplum Merkezi’ne (ÇATOM) götürdü. O gün tesadüfen yemek yarışması düzenlendiğini, Hıncal Uluç’un da orada bulunduğunu söyledi. Hıncal Uluç bir Kilisli olmasına rağmen Kilis’i 63 yıldır ziyaret etmeyen önemli bir şahsiyettir! Bundan altı ay kadar önce baştan sona yalanlarla dolu bir yazı kaleme almış ve Kilis Valisine ahkâm kesme hadsizliğini göstermişti. Bende bu yalan yazısından dolayı kendisi hakkında; “Sen Kim Kilis Valisine Ahkâm Kesmek Kim” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.

Bahsi geçmişken ÇATOM hakkında okurların haberdar olmasında fayda var. Kilis’te inanılmaz güzel işler yapan önemli bir merkez. Nimet Taş bu merkezin müdürü. İnanılmaz kibar, son derece yetenekli, arı gibi çalışan ve etrafını motive etme hususunda başarılı bir insan. Türkiye’nin bu sınır vilayetinde Kilis nüfusundan daha fazla sayıdaki Suriyeli sığınmacıya hizmet vermek çok kolay bir iş değil. Savaştan kaçıp gelen, canını, malını, gelmişini, geçmişini arkasında bırakarak bizlere sığınan bu mazlumlara karşı, bir Türk olarak başımız dik duruyorsa Nimet Hanım gibi insanlar sayesindedir. Bu asil Türk kadınının heyecanı, çalışma azmi ve hemen her konuda gösterdiği çözümleme yeteneği onun bu tür takdire layık olmasının en büyük nedeni. Peki bu ÇATOM nedir? Biraz bu konudan bahsetmek gerek.

ÇATOM, GAP İdaresi tarafından 1992-94 yılları arasında “GAP Bölgesinde Kadının Statüsü ve Kalkınma Sürecine Entegrasyonu Araştırması” bulgularına dayalı olarak hazırlanan eylem planından hareketle ortaya çıkmış. GAP bölgesinde 9 ilde 46 adet ÇATOM bulunuyor. Daha çok kırdan göç etmiş hanelerin oluşturduğu gecekondu mahallelerinde ve kadınların oldukça dezavantajlı konumda olduğu köylerde kurulan toplum esaslı merkezlerdir. Bu merkezlerde kadınlar bir araya gelerek ortak sorunlarını paylaşmakta, ortak etkinlikler düzenlemekte, gündelik yaşamlarını kolaylaştıran temel bilgiler edinmekte ve gelir elde etmeye yönelik becerilerini geliştirmektedir. ÇATOM Projesi’nde 14-50 yaş arasındaki kadınlar hedef gruplardır. 1998 yılında kurulan KİLİS ÇATOM ise herhalde GAP bölgesinin en başarılı birimi özelliğini taşıyor. Okuma yazma kursları açmak, kız çocuklarının okullaşması için alan ve hane ziyaretleri yapmak, dar gelirli ve başarılı kız çocuklarına burs sağlamak, gelir getirici faaliyetleri çeşitlendirmek suretiyle kadınların istihdam edilebilirliğini ve gelir düzeyini yükseltmek, biçki, dikiş, el sanatları, nakış, ev tekstili, hediyelik eşya üretimi, bilgisayar kullanımı ve kuaförlük gibi kurslar düzenlemek, kadınları iş kurma ve işe yerleştirme konusunda bilgilendirmek ve yönlendirmek, kadınların yaşam kalitesini arttırmak için onlara Etkili İletişim, Toplumsal Değerler, Evlilik ve Eş Seçimi, Kadın Sağlığı ve Anne Eğitimi konularında eğitimler vermek, Çevre Bilinci, Enerji Tasarrufu, Kadına Karşı Şiddetle Mücadele konularında panel ve seminerler düzenlemek ÇATOM’un faaliyetlerinden.

Konumum ve mesleğim itibarıyla çok sayıda il gezdim. Yine çok sayıda vali, kaymakam, belediye başkanı ve sair zevatla tanıştım. Ancak abartısız söylüyorum bunlar içinde beni etkileyen insanların başında Kilis Valisi Sayın Süleyman Tapsız gelir. Vali beyin en önemli özelliği etrafındaki kadroyu çok iyi belirlemesi ve ehil insanlarla çalışması. Son gezimizde Elbeyli ve Öncüpınar Sığınmacı kamplarında görev yapan öğretmenleri, psiko destek uzmanlarını, valilik çalışanlarını görünce, “insan denilen şey ancak böyle olur, görev azmi ve görev sevgisi de herhalde bundan başka bir şey değildir” diyorsunuz. Bir vali ve bu valinin etrafında kümelenmiş seçkinler grubunun bir kenti nasıl değiştirebileceğinin en güzel örneğini Kilis’te görebilmek mümkün. Öncüpınar Sığınmacı kampından sorumlu Vali Yardımcısı Ulaş Akhan ve Elbeyli kampından sorumlu vali yardımcısı Vedat Yılmaz beyler hemen her uygulamalarıyla bizleri gururlandırıyor. Vakarlı duruşları, sığınmacılara yönelik sıcak tavırları, samimiyet ve içtenlikleriyle örnek bir insan profili çiziyorlar.

Yazımın başında Hıncal Uluç’tan bahsetmiştim. Kilis ÇATOM tarafından düzenlenen geleneksel yemek yarışması sırasında birbirinden güzel Kilis yemeklerini midesine indiren Hıncal bey, İstanbul’a döndükten sonra Sabah gazetesinde iki tane yazı kaleme almış ve Kilis’i yerden yere vurmuştu. Kendisini oraya kim davet etti bilmiyorum ama yaşından dolayı Tapu Dairesi’ne gitse rapor almaksızın işlem yapma yeteneği dahi olmayan bu zatı muhterem yerine popüler bazı kişiler davet edilseydi sanki daha iyi olurdu diye de düşünmüyor değilim. Mesela bu konu bana sorulsaydı Hıncal yerine, STAR TV’nin Paramparça isimli yeni dizisinde hala rolünde oynayan Keriman’ı önerirdim.

Şimdi Hıncal’ın 18 Nisan 2015 tarihli yazısına bakalım; “1952 yılında babamın tayini çıkınca ayrıldığım Kilis‘e tam 63 yıl sonra yeniden gidebildim. Kilis’te bir caddeye adımı verdiklerinde, Kilis’e ilk vali olarak atanan Mülkiye’den sevgili sınıf arkadaşım Güner Özmen ısrarla davet ettiği halde gidememiştim. Tam 63 yıl sonra gördüğüm benim canım Kilis’im mi? Kelimenin tam anlamıyla hayal kırıklığı. Keşke gelmez olsaydım dedim, dönüş uçağında. Keşke Kilis, hayalimdeki o masal gibi çocukluk anılarımda olduğu gibi kalsaydı. Dünya çirkini bir yapılaşma ile Kilis, bir rezil büyüme yaşamış. Şehirciliğin “Ş” si, Mimarinin “M” si dokunmamış. İstanbul‘un en çirkin gece kondu semtine gidin. “İnsanlar burada nasıl yaşıyor” deyin. İşte orası, 10 Kilis eder. Ben ordayken, Kilis nüfusu 32 bin falandı. Şimdi 86 bin olmuş. Dünya üzerinde, Avustralya‘dan Kanada‘ya yaşayan ve kaydı tutulan Kilisli sayısı 830 bin. 60 kilometre ötedeki Antep ilinde yaşayan Kilisli sayısı 100 binin üzerinde. Yolunu bulan gitmiş. Giden dönmemiş. Niye dönsün ki? Ben oralarda yaşamak zorunda olsam, Antep’e taşınırdım. Kilis, Antep’in ilçesiyken “Antepliyik” derdik mecburen. Kilis il olunca nasıl sevinmiştim “Artık Kilisliyik” deme hakkını kazandığımız için. Keşke ilçe kalsaymışız. Keşke ben “Antepliyik” demeye devam etseymişim. Celal Doğan ki, Antep’e imzasını atan efsane belediye başkanıdır, salı yemeklerinde benimle dalga geçerdi. “Antep’in iki kurtuluşu vardır. Biri Fransızlardan Biri Kilislilerden” diye. Kilis’i, ilk vali Güner Özmen’e teslim eden son Gaziantep Valisi de Muammer Güler‘di. O anlatmıştı. “Şehri Güner Valime teslim için sabah Kilis’e gittim ki, kentte düğün bayram. Yer yerinden oynuyor. Töreni yaptık. Kilis’i kendi valisine devrettim. Antep’e döndüm ki, orda daha büyük bayram var. Kilis’ten kurtuluşu kutlarmış meğer Antepliler de.”İkisinin de şaka etmediğini bu kısa gezi anlattı bana.”

Hıncal’ın bu yazısında belirttiği şehir mimarisi konusu, aslında hem sosyolojik hem de kültürel bir vaka. 1952 yılında Kilis’i terk ederek İstanbul’a gelen Hıncal’ın, o günlerin İstanbul’unu gözlerinin önüne getirmesini isterim. Osmanlı’dan bizlere miras kalan binlerce onbinlerce tarihi eserin modernleşme ve çağdaşlaşma uğruna nasıl yok edildiğini bir düşünsün bakalım. O canım İstanbul evlerini, Ortaköy’den Sarıyer’e kadar uzanan yalıları, köşkleri, ahşap evleri, asfalt kaplanan Arnavut kaldırımı yolları, doldurula doldurula yol seviyesine gelen çeşmeleri herhalde hatırlayacaktır. Kendisinin Kilis için söylediklerinin binlerce misli fazlası İstanbul’da yaşanmadı mı? İstanbul’dan 50 yıl uzak kalıp iki yıl önce ülkesine dönen Süryani bir tanıdığım, tahrip ve yok edilen eserleri görünce hüngür hüngür ağlamıştı.

Ben Londra ve Paris’ ne zaman ziyaret etsem yok edilen İstanbul şehrine hayıflanır dururum. Tıpkı yok edilen Bursa gibi, Edirne gibi, İzmir gibi hatta Alanya, Antalya ve Hıncal’ın yaşadığı bir zamanların Bodrum’u gibi.

Onbinlerce dolar maaş alıp Bodrum’daki denize nazır villalarında balık ve rakı eşliğinde gününü gün edenler bu ülke mimarisinin gerçek katilleridir. Bodrum’da bir villaya 2 milyon dolar para verip zeytin ve defne ağaçlarını sökerek dağları taşları beton villalarla dolduranlar, Ulus’ta, Levent’te, Şişli’de, Mecidiyeköy’de bir avuç arsaya 60 katlı kuleler dikip milyon dolarlık suit dairelerde oturanlar, kendilerini bu ülkenin gerçek sahibi zanneden Hıncal gibi Beyaz Türkler değil midir? Bu tarz insanların sağında veya solunda Anadolu’nun herhangi bir yerinden gelmiş ve onunla muhabbet etme şerefine nail olmuş tek bir kişi var mıdır acaba? Boşuna aramayın bulamazsınız. Hıncal’ın ismini Musabeyli’deki bir okula verenlere sesleniyorum. Hıncal ne yardım yaptıysa listesini gönderin, ben kendisine iade edeyim bitsin gitsin. Memleketini bu kadar yerden yere vuran, yöneticilerini bu kadar aşağılayan adamın, devlet sanatçılığı ünvanı elinden alınan Levent Kırca’dan hiçbir farkı yok ki. Dün Ankara’da bir mimar arkadaşla beraberdim. Ona bir soru sordum; “Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait olup, beğenmediğiniz veya eleştirdiğiniz herhangi bir eser var mıdır?”

Lafı hiç dolandırmadan “hayır” dedi. Peki günümüzde yapılan binalar için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Asla hayır. Çünkü bu sorun, ne Kilis’e mahsus bir konudur nede Ankara, Adana, Konya veya Bursa’ya. Cumhuriyet maalesef mimar yetiştirme hususunda hiç mi hiç başarılı değildir. Taksim’deki Topçu Kışlası’nı park yapmak için muhteşem güzellikteki bir binayı yerle bir eden ufuksuz idareciler, cami ve külliyeleri üç kuruş beş paraya nalbantlara ve celeplere satan Cumhuriyet kadroları, ayakkabısı çamur oldu diye Pamukkale ören yerinde bulunan Hierapolis Antik Kenti’nde nekropolden geçen 2 bin yıllık tarihi yolun üzerini asfaltla kaplatan 12 Eylül döneminin Devlet Başkanı Kenan Evren gibi darbeci paşalar yüzünden biz koca bir Anadolu ve Türk kültürünü cahilliklere ve aptallıklara kurban etmedik mi?

Ankara’da bu devletin şanına yakışır yeni bir Cumhurbaşkanlığı Sarayı inşa edildi. Mimarlar Odası denilen kurumun yöneticileri hemen karşı çıktı ve kendi kurumlarının amblemini görmezden gelip bu sarayın mimarisini alaturka tuvalet taşına benzetti. Bu bina kendi zihniyetlerindeki birisi tarafından yaptırılmış olsaydı adına methiyeler düzer, yere göğe sığdıramazlardı. Mimarlar Odası’nın tüm yöneticilerine sesleniyorum. Yurt dışından ödül almış kaç tane Türk mimarımız var? Ben cevaplayayım; sadece on, on beş kişi. Turgut Cansever, Ertan Çakırlar, Sedat Hakkı Eldem, Çelik Gülersoy, Sedat Gürel, Nail Çakırhan, Behruz Çinici, Cengiz Bektaş, Han Tümertekin, Emre Arolat ve birkaç kişi daha. Hadi bu isim listesine ABD ve İngiltere’de çeşitli ödüller kazanmış on kişiyi daha ilave edelim, fazlası yoktur. Ödül alan mimarlarımızın mimari tasarım anlamında ortak özellikleri nedir biliyor musunuz? Bu mimarların neredeyse tamamı eserlerinde mimari açıdan Anadolu Selçuklu ve Osmanlı çizgilerinden esinlenmişlerdir. Mimarlar Odası gibi kurumların başında bulunan kişilerin acaba bu tarz ödüllü projeleri var mıdır? Bir Osmanlı mimarı olan Mimar Kemalettin’in eserlerini Ankara’dan çekip alsanız Ankara’da elden tutulur kaç tane bina kalır ki? Bir ayakkabı kutusunun dik, yan ve düz şekillerinden başka mimari tasarım yapamayan lâik, çağdaş, demokrat ve aydın mimarlarımızı biraz yaratıcı olmaya davet ediyorum.

Sonra Hıncal Uluç denilen İstanbullu’yu ilk yazısı da kesmiyor ve içindeki öfkeye hakim olamayıp bir hafta sonra yeni bir yazı kaleme alıyor; “Kilis‘ten çıktığımda, yıl 1952.. İlkokuldan o sene mezun olduk, kuzenim Ahmet Taner Kışlalı‘yla.. “Hadi kutlayalım, mezuniyeti” dedim, Ahmet’e. 1952’nin Kilis’inde, 12 yaşında iki çocuk ne yapar?. Sinemaya gittik. 25 kuruş sinema. Tam 63 yıl sonra, 2015’te, bir çağ değiştikten, milenyuma girdikten sonra ilk defa gittiğim bugünkü Kilis’te ise sinema yok. Şaka gibi geliyor değil mi? 1952’de, 30 bin nüfuslu Kilis’te sinema vardı. Sadece film göstermezdi. İstanbul‘dan tiyatrolar gelirdi, o salona, turne için. Halide Pişkin Tiyatrosu, Muhlis Sabahattin‘in Ayşe Operetini o sinemada oynadı. Babam tüm aileyi götürmüştü, iyi hatırlarım. 1950! Kilis. Operet! Aşık Veysel‘i ilk defa o sinemada canlı dinledim. Konser vermişti. “Ortaokuldan ötesi olmayan” Kilis’te, filmler gösterilir, tiyatrolar turneye gelir, konserler düzenlenirdi. Kilis geri kalmamış dostlar. 1952’nin Kilis’i olarak kalsaydı keşke. Kilis gerilemiş. Bu kenti, 1952’den bu yana yönetenler, geriletmişler.”

Evet şimdi gelelim bu yazının detaylarına. Meşhur bir hikâye vardır. Yarım imamın biri köy camiinde vaaz veriyormuş; “Hz. Musa’nın çocuğu yokmuş. Bir gün ‘Allah’ım bir çocuğum olursa onu sana kurban edeceğim’ diye dua etmiş. Bir zaman sonra Musa’nın bir kızı olmuş, adını Ayşe koymuş. Allah’a verdiği sözü unutmayan Musa kızını alıp bir dere kenarına götürmüş. Kızın boynuna bir ip geçirmiş. Tam boğacakken gökten Azrail bir deveyle beraber çıkagelmiş”.

İmamın bu anlatımı üzerine cemaatten biri daha fazla dayanamamış; “Hocam bu anlattıklarının neresini düzelteyim; Musa değil İbrahim, kız çocuğu değil erkek çocuğu, Ayşe değil İsmail, dere kenarı değil dağ başı, ip değil bıçak, Azrail değil Cebrail, deve değil koç.” diyerek hocanın yanlışlarını yüzüne vurmuş.

Cehalet çok kötü bir şey. Şeyh Edebali benim çok sevdiğim bir Anadolu erenidir. Osman Gazi’ye yapmış olduğu vasiyet hiç ama hiç eskimiyor. Edebali diyor ki; “Üç kişiye acı; cahiller arasında âlime, zenginken fakir düşene, itibarlı iken itibarını kaybedene.”

Şehirdeki sinema sayısına bakarak gelişmişlik analizi yapan bir kişiye ne denilir bilemiyorum. Şimdi özele değil genele konuşarak sinemacılık sektörünün durumunu basitçe izah edeyim.

2010 yılı itibarıyla Türkiye’de sineması bulunmayan tek şehir Tunceli. Ardahan, Bingöl, Bitlis, Çankırı, Elazığ, Erzincan, Iğdır, Kars, Kilis, Kırıkkale, Kırşehir, Muş, Osmaniye ve Şırnak’ta ise sadece birer tane sinema bulunuyor. Sinemalarda gösterilen filmlerin bilet fiyatları ise 2012 yılı itibarıyla ortalama 9 lira 60 kuruş. İşin teknoloji kısmına sonra değineceğim ama öncelikle 9 lira 60 kuruşun Kilis, Tunceli, Ardahan, Bingöl, Bitlis, Çankırı, Elazığ, Erzincan, Iğdır, Kars, Kırıkkale, Kırşehir, Muş, Osmaniye ve Şırnak gibi şehirlerde ne anlama geldiğini iyi bilmek gerekiyor. Allah kısmet ederde yolunuz Kilis’e düşerse 9,60 TL’ye yapabileceklerinizi size sayayım. 9 lira 60 kuruşla; 9,5 kilo un, 9 kilo irmik, 4,5 kilo pirinç, 8,5 kilo bulgur, 4,5 kilo kırmızı mercimek alınabiliyor. İpek yolu üzerinde bulunan ve 3500 yıllık ticari deneyime sahip bir şehirde hiçbir Kilislinin 9,60 lira vererek sinemaya gideceğini aklımın ucundan bile geçirmem. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde cebimizdeki 5, 10, 25 kuruş gibi bozukluk paralar hiçbir anlam ifade etmez ama Kilis’te bu bozuklukları çok rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bu şehirde 5 kuruşun bile bir anlamı vardır. Tabi Hıncal gibi Bodrum’da bir lahmacuna 60 lira verenler bu konuları pek bilmez.

Sinema sayısını esas alarak bir ülkenin veya şehrin gerilediğini söylemek ancak cahillerce iddia edilebilir. Televizyonun, sinemanın yerini almasındaki en büyük neden ekonomik olmasıdır. Televizyon sinemadan daha ucuz bir eğlence aracıdır. 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren gittikçe ağırlaşan ekonomik kriz, halkın daha ucuz eğlencelere yönelmesiyle sonuçlanmıştır. Seyirci talebindeki daralma, işletmeleri zor duruma sokmuş, birkaç yıl içinde yüzlerce sinema salonu ekonomik nedenlerle kapatılmak zorunda kalmıştır. 1970 ile 1979 yılları arasında sinema salonuna giden seyirci sayısında 169.662.310 kişilik bir azalma söz konusudur. 1970-79 döneminde Türkiye’de hanelerde bulunan televizyon sayısı 50 binden 2 milyon 38 bine yükselirken, sinemaya giden seyirci sayısı 246 milyondan 77 milyona düşmüştür.

1980’li yıllardan itibaren sinema salonu sayısında ciddi bir düşüş görülmektedir. 80’li yılların başında sinema salonu sayısı 941 iken 1989 yılında bu sayı 383’e kadar inmiştir. Büyük şehirlerde bulunan semt sinemaları ve açık hava sinemaları başta olmak üzere hemen her şehirdeki sinemalar birbiri peşi sıra kapanmış, seyirci sayısı ise 7 milyona kadar gerilemiştir.

1980-89 yılları arasında film sayısı artarken, sinema salonlarının sayısında ciddi bir düşüş gerçekleşmiştir. Aradaki bu çelişkinin nedeni ise kısa sürede çekilen ve düşük maliyetli video filmleridir.

Hıncal Uluç gibilerin anlamadığı ve yorumlayamadığı bazı şeyler var ki yaşından dolayı bu da çok normal. 1980 sonrasında dünya çapında hızlı bir teknoloji ve bilişim devrimi yaşandı. 80’li yılların başında piyasaya sürülen “video” cihazı sinema sektörünü öldürürken, 85’te piyasaya çıkan fotokopi makineleri basılı kitap sektörünü, 90’lı yıllarda yaygınlaşan “internet” gazete sektörünü, 2000’li yıllarda ortaya çıkan MP3’ler ise müzik dünyasını vurdu. Peki Hıncal bey, günde yaklaşık 20 milyon tiraj yapan Japonya’nın Yomiuri Shimbun gazetesi ve ortalama 4 milyon tiraj yapan Alman Bild, İngiliz The Sun, Amerikan Washington Post gazetelerinin durumu ile en fazla 350 bin tiraj yapan Hürriyet, Sabah ve Milliyet gazetelerinin durumunu neye yorumluyor acaba?

Hıncal’ın beğenmeyip yerden yere vurduğu Kilis ili son 4 yıldır kendi nüfusundan daha fazla insanı misafir ediyor, dünyaya insanlık dersi veriyor. Göklere çıkardığı Gaziantep’in nüfusu 2 milyon, İstanbul’un ki ise yaklaşık 17 milyon. Sadece bu iki şehir, kendi nüfusları kadar sığınmacıyı barındırmaya kalksaydı Hıncal gibiler ülkeyi terk edip giderlerdi. Maalesef bu ülkede fular takıp, keh keh sırıttığınızda rahatlıkla gazeteci olabiliyorsunuz. Doğduğu memlekete 63 yıldır gitmeyen bu kişi, memleketini o kadar gözden çıkarmış ki yazıları baştan sona kin ve nefret dolu. Var mı bilmiyorum ama eğer bu adamın ismi Kilis’in herhangi bir mahalle veya sokağında ve hatta hayvan barınağına dahi konulmuş olsa lütfen silin gitsin. Bu adamdan Kilis’e hiçbir fayda gelmez.

Bundan kerri işi gücü rast gelsin… Aklını başına devşirsin, ıstıfıl olsun gitsin…

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber