Anasayfa / Makaleler / ABD BAŞKANI TRUMP’I BİR FETÖCÜ ÖLDÜRECEK…

ABD BAŞKANI TRUMP’I BİR FETÖCÜ ÖLDÜRECEK…

(Article 140-04.03.2017)

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı hem Türkler hem de Batılılar için bir milattır. Çünkü 1923 yılında sınırlarının dışına çıkmayacağı hususunda kendisine Katolik yemini ettirilen Türkiye, bu yeminini bozmuş ve aradan yaklaşık yarım asır geçtikten sonra ilk defa topraklarını genişleterek Kıbrıs’a ayak basmıştı. Bu eylem Batılıların gözünü bir anda Türkiye’nin üzerine çevirdi. Dost ve müttefik dediğimiz ve Türklerden her fırsatta bir şeyler kopartmayı ilke edinen Batılılar, bu aşamadan sonra Türkiye’ye ambargo başlattı. Tıpkı Kırım’ı topraklarına katan Rusya’ya şimdilerde yaptıkları gibi.

1974 yılının Türkiye’sinde iğneden ipliğe her şey ithaldir. Ülkede üretim yoktur, olanlarda sınırlıdır. Ekonomik ve askeri ambargolar etkisini hemen gösterir ve ülkenin her yerinde benzin, elektrik ve tüpgaz başta olmak üzere un, şeker, yağ, yiyecek ve ilaç gibi temel tüketim mallarında “yoklar” dönemi başlar.

Ambargo sürecinde enerji ve hammadde yokluğundan dolayı fabrikalar durur, işsizlik artar, sendikal eylemler başlar. Müthiş bir toplum mühendisliği çalışması sonucunda sağ-sol çatışmaları yaratılır. Emperyal bir Türkiye’nin ilk adımı olan Kıbrıs Barış Harekâtı, başta İngiltere olmak üzere Amerika’yı endişeye sevk eder. MI6 ve CIA’nin ortak ürünü olarak ortaya çıkan sağ-sol çatışmaları, yaklaşık beş yıl boyunca ülkeyi bir uçtan bir uca kasıp kavurur. Sosyalizmi istemeyen “garip” Ahmet ile kapitalizme göğüs geren “fakir” Mehmet birbirine kurşun sıkıp durur ve binlerce genç telef olup gider.

Derken 1980’de Ortadoğu’da dengeler bir anda değişir ve İran-Irak Savaşı patlak verir. Bir gün aniden Humeyni denilen dini bir lider sürgünde bulunduğu Paris’ten uçakla Tahran Havaalanı’na iner. İranlı öğrenciler Amerikan büyükelçiliğini işgal edip, ABD elçilik görevlilerini rehin alır. Gerek İran, gerekse Irak’ta bulunan Amerikalı ve diğer Batılı ülke vatandaşlarının tahliyesi, bu iki ülkeye karşı olası bir askeri operasyonda İncirlik üssünün kullanılabileceği ihtimalini arttırınca, bir Amerikan projesi olan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi gerçekleşir. Amerikalıların verdiği adreslerde bulunan sağcı ve solcu gençler bir günde toplatılır ve darbeden bir gün sonra Türkiye’de sağ-sol çatışması diye bir şey kalmaz.

Ancak Türkiye’nin rahat bırakılmaması gerekiyordu. Ne yapılıp ne edilmeli yeni bir sorun yaratılmalıydı. Öyle de oldu. Yeni sorun; ASALA idi.

Bu örgütü yaratan ekip, Fransız ve Amerikan istihbaratından başkası değildi. ASALA, 1979 ilâ 1983 arasında çok sayıda eylem yaptı. Ermeni teröristler 21 ülkede, toplam 110 terör saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda 42 Türk diplomat ile 4 yabancı hayatını kaybetti. Türkiye içindeki ilk terör eylemini ise 7 Ağustos 1982’de Ankara Esenboğa Havalimanı’nda gerçekleştirdiği bombalı saldırıyla yaptı. Bu terör eyleminde 9 kişi öldü, 72 kişi yaralandı. Ermeni teröristler yakalandı ve hemen idam edildi.

Bu örgüt, hayatının en önemli hatasını ise Temmuz 1983’de Paris Orly Havaalanı’nda Türk Hava Yolları kontuarını bombalayarak yaptı. Tarihe “Orly Katliamı” olarak geçen bu saldırıda, 8 Fransız vatandaşı ölüp 52 kişi yaralanınca ASALA’nın ipi bir anda çekildi ve örgüte sınırsız destek sunan Batılılar, iş kendilerine dokununca kendi elleriyle ASALA’yı bir anda tarihe gömüp geçti.

ASALA terörü nihayete erince Türkiye rahat bir nefes aldı. Fakat bu rahatlık Türklere fazlaydı. Öyle bir şey yaratılmalıydı ki, yaratılan problem Türkiye’ye ait olmalı, Türkiye içerisinde eylem yapılmalı, Avrupa’ya kesinlikle bulaşmamalıydı. Yeni bir toplum mühendisliği çalışması yürütüldü. Ancak bu defa masanın etrafındaki aktörler sayıca biraz daha fazlaydı. Amerikan CIA, Alman BND, İsrail MOSSAD, İngiliz MI6 ve Fransız DGSE teşkilatları muhteşem bir eser ortaya çıkardı: PKK (Partiya Karkerên Kurdistan) Kürdistan İşçi Partisi.

PKK ilk silahlı eylemini 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirdi. 2013 yılına kadar devam eden eylemlerde yaklaşık 35 bin kişi hayatını kaybetti. Yol, baraj, okul, hastane ve eğitim yatırımlarına harcanacak 350 milyar dolar para Amerikan, İngiliz, İsrail, Alman ve Fransız silah şirketlerinin cebine gitti.

PKK’nın tasarımcıları her detayı çok iyi düşünmüş, her eylemi çok güzel planlamışlardı. Yeri geldiğinde silahsız askerler kurşuna diziliyor, yeri geldiğinde ise siviller öldürülüyor, Kürt, Alevi, Türkmen, Süryani ve Arap etnik unsurlara yönelik her eylemde yeni düşmanlıkların tohumu atılıyordu. Her eylemin bir hikâyesi, amacı ve belli kesimlere yönelik mesajı vardı. Hatta öyle bir dönem geldi ki, artık mücadeleden vazgeçildi ve iş oluruna bırakıldı.

1993 yılı Türkiye’nin kötü ve karanlık bir dönemidir. Faili meçhul cinayetler, suikastler, büyük şehirlere yayılan terör eylemleri, bombalamalar, kaos ve karışıklıklar hep bu yıl içerisinde yaşanmıştır. 1993, PKK terörünün barışçıl şekilde sona erdirilmesi ve sonrasında Kuzey Irak ile Türkiye’nin birleşmesini savunan Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, bu konuyla ilgili olarak Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’i bizzat görevlendirdiği yıldır.

Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra, bu defa da Musul ve Kerkük’ü telâfuz etmeye başlaması Batılıları tedirgin etmeye yetti. Batılılara göre Lozan bozulamaz, Lozan tartışılamaz, Lozan konuşulamazdı.

Eşref Bitlis Paşa, PKK terörünün barış yoluyla sona ereceğini savunuyor ve bölgenin ileri gelenleriyle çözüme yönelik görüşmeler yürütüyordu. Bitlis Paşa, 7 Şubat 1993’de “İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçakları, PKK’ya yardım dağıtıyor.” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sadece 10 gün sonra, Eşref Paşa’nın uçağı henüz aydınlatılamayan nedenlerle 17 Şubat 1993’de Ankara üzerinde düştü ve Paşa şehit oldu. Daha sonra Rıdvan Özden ve Bahtiyar Aydın gibi Bitlis’in ekibi içinde yer alan bazı yüksek rütbeli askerlerde görevleri başında öldürüldü. Bundan sonra sıra haddini aşarak! “Musul ve Kerkük’e girelim” diyen Turgut Özal’a gelmişti. Eşref Bitlis’in ölümünden tam iki ay sonra Özal, Çankaya Köşkü’nde zehirlenerek öldürüldüğünde tarihler 17 Nisan 1993’ü gösteriyordu. Ancak operasyon henüz tamamlanmıştı.

Turgut Özal’ın ölümü Türkiye’deki tüm dengeleri bir anda alt üst etti. Süleyman Demirel, partisini Tansu Çiller’e teslim edip Cumhurbaşkanı sıfatıyla Çankaya Köşkü’ne çıktı ve çok arzuladığı Özal’ın koltuğuna oturdu.

1993-2001 arası dönem Türkiye’nin çöküş yıllarıdır. Birbiri peşi sıra zorlukla kurulup çabucak dağılan hükümetler, bozulan koalisyonlar, erken seçimler, ekonomik krizler, terör eylemleri, kentlerde egemen olan mafya gruplanmaları, bunlarla işbirliği yapan siyasiler, emniyetçiler, basın ve medya mensupları. Askeri vesayetin muazzam baskısı, kaybolan devlet otoritesi, duran ekonomi, yüzde 400’lere dayanan devlet iç borçlanma faizleri, yüzde 7500’lere ulaşan bankalar arası gecelik borçlanma faizleri, Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, bu zatın Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığını fırlatması, bunu takiben yaşanan Türkiye’nin en büyük ekonomik krizi, Kemal Derviş’in Türkiye’ye gelmesi, siyasilerin entrikaları, boşaltılan kamu bankaları, batan bankaların devlet hazinesine yüklediği 250 milyar dolar maliyet ve daha neler neler.

2002 seçimleri işte tam da böyle bir ortamda yapıldı. Seçim sonuçlarını en güzel ifade eden başlığı ise Fransız Le Figaro gazetesi attı; “Türkler bağırsaklarını boşalttı”.

15 yıllık AK Parti iktidarının yaptıklarını burada anlatmaya sayfalar kifayet etmez. 35 milyar dolar düzeyinde olan ihracat rakamının 160 milyar dolara, 27 milyar dolarlık döviz rezervinin 135 milyar dolara yükseltilmesi, 250 milyar dolarlık yurtiçi hasılanın yaklaşık bir trilyon dolara dayanması, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’dan ganimet olarak getirdiği 283 ton altınla dolan devlet hazinesinin aradan 497 yıl geçtikten sonra ilk defa 2014 yılında 560 ton altın seviyesine yükselmesi, eğitim ve sağlık konusunda yapılan reformlar, Uluslararası Para Fonu’na olan 27 milyar dolarlık borcun sıfırlanması, karayolu, havalimanı ve demiryolu yatırımları, Marmaray ve Avrasya projeleri, Anadolu’yu örümcek ağı gibi kaplayan doğalgaz ve petrol boru hatları, TANAP, NABUCCO, Beyaz Akım ve Türk Akımı projeleriyle Türkiye’ye daha fazla bağımlı hale gelen Batı ülkeleri, üçüncü İstanbul havalimanı ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Körfez Geçiş Köprüsü, Türk vatandaşlarına yönelik seyahat vizelerinin kaldırılması, Türkiye’nin bölge ve dünya genelinde artan itibarı ve daha niceleri.

9 Ocak 1853 gecesi St. Petersburg’da Düşeş Elena Pavlovna Sarayı’nda tertip edilen bir balo sırasında Rus Çarı Nikola, Britanya elçisi Sir Hamilton Seymour’u bir kenara çekerek şu sözleri söylemişti; “Elçi hazretleri, kollarımız arasında hasta bir adam vardır. Bu hasta adamın ölmesini asla istemeyiz. Çünkü ölürse mirasını kimin kapacağı belli değildir. Ancak bu hasta adam kollarımız arasından kayıp giderse İstanbul’u asla İngilizler işgal etmemeli. Bizde İstanbul’a dokunmayacağız lâkin bu hasta adamı yaşatmalıyız. Menfaatlerimiz için hasta adam yaşamalı. Ve bu adamı yaşatmak için hami sıfatıyla İstanbul’a el koyabiliriz. Hasta adamı yaşatmalı, lâkin denetim altında tutmalı, tedaviye izin vermemeliyiz. Mirastan kime ne düşeceğini belirleyene dek hastayı yaşatalım.”

Hasta adam” sözünün ortaya atılmasının üzerinden 160 yıl geçip Türkiye’de ekonomik açıdan ciddi gelişmeler yaşanmaya başlayınca, Batılılar bu defa “Bu Türkler artık fazla oluyor” demeye başladı. Ülkedeki tüm bu gelişmelere sebep olan kişi ise Erdoğan’ın kendisiydi. Bu adamın bir an önce hâl edilmesi gerekiyordu. Kurtlar meclisi tekrardan toplandı ve büyük bir ittifak kuruldu.

Aktörler aynıydı: Amerika, Fransa, Almanya, İngiltere ve İsrail. Bu sefer koalisyon biraz daha genişletildi ve iç aktörlerde kullanıldı. Ülke içi koalisyonda; merkez medyanın yöneticileri, ulusalcılar, eski Türkiye’nin işadamları, işi bozulan sanayicileri, devlete borç para veren rantiyecileri ve paralel yapının emniyet, yargı ve medya dahil tüm aktörleri yer aldı.

İlk iş olarak 31 Mayıs 2013 günü Gezi Olayları patlak verdi. Göstericiler 15 gün boyunca Türkiye genelinde terör estirdi. Ardından 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi düzenlendi. Hükümet üyeleri yolsuzlukla suçlandı, bazı belediye başkanları ve Türkiye’nin önemli yatırım projelerini üstlenen müteahhitler düzmece iddialarla gözaltına alındı. Ardından Başbakan’ı ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı vatana ihanet suçlamasıyla tutuklamaya yönelik girişimlerde bulunuldu. Fakat hiçbir operasyon Erdoğan’a olan halk desteğini azaltmadı, aksine arttırdı.

Derken Fethullah Gülen mensuplarınca düzenlenen 15 Temmuz 2016 Darbe Kalkışması yaşandı. Türkiye, bugün hem FETÖ hem de PKK terörünü sonlandırma konusunda emin adımlarla ilerliyor. Bu iki yapı da eninde sonunda ortadan kalkacak ama şunu hiç unutmamak lazım; “Su uyur, düşman uyumaz”.

Batılı istihbarat kuruluşları şimdi var güçleriyle yeni bir sorun yaratmanın derdine düşmüş durumda. ABD derin devleti, şimdilerde bir taşla onbeş kuş vurmanın yollarını arıyor. Trump’ın görev süresinin sonunu görüp göremeyeceği ise son derece tartışmalı.

Ortadoğu’da gittikçe güçlenen Türkiye’nin ve onun suyunda hareket eden Suudi Arabistan ve Katar’ın önünü kesmek için 11 Eylül benzeri yeni bir senaryonun planlandığından son derece eminim.

FETÖ okullarında okumuş Türkiye, Suudi Arabistan, Yemen, Libya ve Cezayir uyruklu bazı kişilerin, ABD Başkanı Trump’a suikast düzenleyip öldürdüğünü düşünsenize.

Hele hele bu ekibe birer tane de İranlı ve Rus katarsanız balından yenmez olur.

Böyle bir komplo nelere yol açar bir hayal edin bakalım; Türkiye’nin önü en azından 30-40 yıllığına kesilirken, Suudi Arabistan’ın Amerika’daki 850 milyar dolarına el konulur ve bununla da yetinilmeyip yeraltındaki petrol rezervlerine çökülür.

Cezayir, Yemen ve Libya işgali meşrulaştırılıp Kuzey Afrika ve Akdeniz havzasında yeni Amerikan üsleri kurulur, İran ve Rusya’ya saldırılıp her iki ülkenin kendi içinde parçalanmasının sudan sebepleri yaratılır.

Böyle bir şeyin hayali bile Amerikalı ve Batılı silah şirketlerinin hisse senedi değerlerini üçe beşe katlamaz mı?

DR.Mehmet Hakan Sağlam

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber